15 Aralık 2019 Pazar

Gece Kuşları ve Erken Kalkıp Yol Alanlar: Sabahçıların Dünyasında Yaşamak

For English Please Click
Bir insanın sabah kaç alarmla uyandığı, onun hakkında neler söyler? Sabahları alarmlarınızı 07:00, 07:03, 07:07 gibi kısacık aralarla kuruyor ve “birkaç dakika da olsa kardır” diye düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. İşin ilginci, arkadaşınıza yatıya gittiğinizde Pazar sabahı olsa bile tüm ev ahalisinden erken kalkıp, koridorda turlar atıyorsanız, sizler de yalnız değilsiniz.
Üzülmeyin, bize de oluyor.
Vücudumuzun içsel saati olan; ne zaman uyuyup ne zaman uyanmamız gerektiğini belirleyen sirkadiyen ritmin, en az göz rengimiz veya boyumuz kadar genetik olduğu iddia ediliyor: yani içimizde bir “kronotip”le doğuyoruz.[1]
20. yy başında uyku üzerine uzmanlaşan Alman psikiyatrist Emil Kreapelin’in, hastalarının birbirinden net şekilde ayrılan iki farklı uyku düzeni sahiplendiğini fark etmesi, kişinin gün içinde ne zaman enerjik olmaya, ne zaman uyumaya meyilli olduğunu dikte eden doğal eğilimler bütünü anlamına gelen kronotip kavramını bilimsel sahneye çıkarıyor. Kreapelin’in hastalarının bir bölümü, iş kendi keyiflerine kaldığında bile erken yatıp erken kalkmayı tercih ederken, diğerleri ancak geç saatlere kadar ayakta kalıp bir sonraki gün de geç saatlerde kalkınca en üretken hallerinde oluyorlar. Kreapelin ve ekibinin bu gözlem üzerine yıllarca yaptığı klinik araştırmalar, psikolojik deneyler ve uyku çalışmaları şu gerçeği ortaya koyuyor: Aynı toplumun içinde “gececi” ve “sabahçı”kronotipe sahip bireylerden oluşan iki farklı dünya var. [2]
Kronotip, her ne kadar fizyolojik olsa da değişmez değil, insanın hayat döngüsü boyunca evrilmeye devam ediyor. Örneğin ergenler ağırlıklı olarak gececi olurken, 30–50 yaş arasındaki bireyler gececilik ile sabahçılık arasında eşit şekilde bölünüyorlar. 50'yi geçen yaş grubu içerisinde ise sabahçılar ağırlık kazanıyor. [3]
Bunun yanında son dönemlerde yapılan uyku araştırmaları, kronotiplerin yalnızca “gececi” ve “sabahçı” zıtlığıyla sınırlı olmadığını, birtakım ara kronotiplerin de olduğunu öne sürüyor. Örneğin “öğleden sonracı” ve “kestirmeci”, literatürde tartışılmaya başlanan iki yeni ara kronotip.
Öğleden sonracılar sabah erken kalktıklarında en yorgun hissedenler olurken, 11:00 civarı tam uyanık hale geçiyor ve 17:00'a kadar bu şekilde kalıyor, ondan sonra yine çöküyorlar.
Kestirmeciler ise erken ve dinç uyanıp 11:00 civarına kadar uyanık oluyor, bundan sonra 15:00'a kadar ciddi bir yorgunluk dönemi yaşıyorlar. 15:00 sonrası ise 22:00'a kadar yine uyanık ve üretken bir dönem yaşıyorlar. Araştırma, öğleden sonracıların akşamüstü kısa bir süre uyumaya fırsatları olsa hayatlarının çok kolaylaşacağını, kestirmecilerin ise gün içerisinde 10–15 dakikalık bir kestirme molasına fırsat bulabilseler çok daha üretken olabileceklerini söylüyor.[4] (Biz değil, araştırma böyle söylüyor.)
Fakat uyku düzenlerinin farklılığından sosyal ve profesyonel anlamda, olumlu veya olumsuz olarak en çok etkilenenler, spektrumun iki ucu olan gececilerle sabahçılar. Yüzyıldır küresel olarak içselleştirdiğimiz net “gececi” ve “sabahçı” ayrımı, genellemelerimiz üzerinde hala hüküm sürüyor.
Erken kalkıyor olmak tek başına bireyin gerçekten verimli veya irade sahibi olduğu anlamına gelmiyor olsa da bu minvaldeki ön kabuller hala geçerliliğini sürdürmeye devam ediyor: Bilirsiniz, erken kalkan yol alır ya da sabahın şerri akşamın hayrından yeğdir. Annelerimize göre disiplinsiz nice evlat da gece yatmak, sabah kalkmak bilmez…
Akşam yatmayı, sabah da kalkmayı bilmeyen bir gececi (Temsili)
Gececilerin sabahçılar tarafından domine edilen bir dünyada kendilerini var etme çabalarını, zamansal bir gurbet hayatı yaşamaya benzetebiliriz. 2019 başlarında yayınlanan bir araştırma, bu benzetmenin bilimsel kanıtı niteliğinde: Tipik bir gececi, her gün mesai saatleri içinde “jet-lag” durumuyla örtüşen klinik bir tablo gösteriyor. Biyolojik açıdan ideal zamanlamalar dışında beynin belli bölgeleri arasındaki bağlantılar daha zayıf olduğundan, gececiler standart iş düzeni içinde tam performanslarını sergilemekten çok uzakta oluyorlar.[5] Gurbete düşmüş bir gece kuşundan günün erken saatlerinde sabahçı gibi verimli olmasını beklemek, solak birinin sağ elle yazmaya zorlamaya benziyor.
İyi bir uykunun değerini şu yazımızda irdelemiştik. Biyolojisine ters bir zamanlamada yaşama gerekliliğinin kişinin sırtına bindirdiği yükün yanında, bunun yol açtığı verimlilik kaybı da toplumun sırtında dev bir kambur olarak duruyor. Uyumsuz uyku düzenlerinin yol açtığı GSMH kaybı, iyi niyetli bir tahminle % 1 ila 3 arasında tahmin ediliyor. [6]
Verimlilik kaygılı çağımızda, konuya “uyanan” (benzetmemizi affedin, dayanamadık) ve bu doğrultuda adımlar atan işveren markalar da mevcut. Global bir ilaç şirketi olan AbbVie’nin Danimarka operasyonu bunun en güzel örneklerinden biri. Şirket, 10 yıl önce çalışanların detaylı bir kronotip eğitimi alıp, iş planlarını analiz ettikleri kendi kronotipleri doğrultusunda yapmaya teşvik edildiği bir programı başlattı. Toplantılar ise tüm çalışanların şirkette bulundukları ortak saatlere sınırlandı. 
Aradan geçen 10 yılda, şirketin %39 seviyesinde olan çalışan memnuniyeti %100'ü zorlar hale geldi. Verimlilik de bu doğrultuda şaşırtıcı bir artış gösterdi. [7]
Tabi en ideal durumda bile iş dünyasının uyku düzenleri konusunda tam bir dönüşüm geçirmesinin onyıllar alacağı aşikar. O zamana kadar aklımızda şu soru beliriyor: Gece kuşları sirkadyen ritmlerini ellerinden geldiğince modifiye edip sabah insanına dönüşmeye çalışmalılar mı? Bu, kronotip kavramı keşfedildiğinden beri sorulan fakat cevabında bir türlü uzlaşılamayan bir soru. [8] Karar sizin olmakla birlikte; sirkadyen ritmini ufak manipülasyonlarla yönlendirip gündüzcülerin dünyasında ayakta kalmak isteyen gececilere uzmanların iki önerisi var: doktor kontrolünde melatonin desteği almak ve ışığı stratejik şekilde kullanmak. Zira insanın uyku/uyanıklık durumu, uyku hormonu olan melatonin ve ışık arasındaki hassas denge ile belirleniyor. Melatonin destekleri karanlıkta uykunun gelmesini tetiklerken; uyanma lambaları ise, güneşin doğuş ve batışının simülasyonunu yaparak vücudumuzu uyuma ve uyanmaya hazırlayabildiklerini iddia ediyorlar. [9]
Ayrıca, unutmayın: yarım saat daha erken uyanmak için yalnızca niyet yetmiyor, yarım saat daha erken yatmış olmanız da gerekiyor :-)

Night Owls and Early Birds: Surviving in the World of Morning People

What can you tell about a person by looking at how many times they hit the snooze button on their alarm clock before they finally wake up? If you are setting your alarm with such short intervals to 07:00, 07:03 and 07:07 in the morning, thinking “any minute counts,” you are not alone. Or, interestingly, if you are the first one to rise when you sleep over at a friend’s, and find yourself looking for things to do, even though it is a Sunday, you are not alone, either.
Don’t worry, it happens to us, too.
Our circadian rhythm, which is our inner body clock, determines when we are asleep and when we are alert; and it is claimed that circadian rhythm is encoded in our DNA just like eye colour or height; that is, we are born with a certain “chronotype.” [1]
German psychiatrist Emil Kreapelin, who carried out extensive research into sleep at the turn of the 20th century, noticed that his patients had adopted two distinct sleep patterns, which led him to describe the concept of chronotype, representing the natural tendency dictating when a person is energetic or sleepy throughout the day. Some of Kreapelin’s patients preferred to go to bed early and rise early even when they did not have to do so, while others chose to stay up late and wake up late the following morning in order to be more productive. Consequently, years of clinical research, psychological experiments and sleep studies conducted by Kreapelin and his team revealed that there are actually two separate worlds within the same society : one populated by people with “night owl” chronotype and the other populated by “morning person” chronotype. [2]
Although chronotype is a physiological characteristic, it can change; in fact, chronotypes evolve over a person’s life cycle. For instance, teenagers are dominantly evening people, while 30–50-year-old individuals are evenly distributed between morning and evening people. Those over 50, on the other hand, are generally early risers. [3]
Furthermore, several sleep studies carried out in recent years have claimed that chronotypes are not only limited to these two opposite ends of the spectrum as “morning” and “evening” people, and that there are in-between chronotypes as well. For instance, “afternooners” and “nappers” are two new chronotypes that are being discussed in the literature.
While “afternooners” have the highest level of sleepiness when they wake up early, they become completely alert at around 11:00 and remain so until 17:00, and become sleepy afterwards.
“Nappers,” on the other hand, wake up early. They are alert upon rising and continue to be so until about 11:00. However, they experience a serious drop in energy in the following hours until 15:00. Afterwards, they have another period of alertness when they can be productive again, until 22:00. The study claims that if afternooners were to have a chance to have a quick nap in the late afternoon, their lives would be much easier. Similarly, if nappers were given a chance to get 10–15 minutes of shuteye around noon, they would be much more productive.[4] (Their words, not ours.)
However, “morning” and “evening” types, the ones in the two extreme ends of the spectrum, are affected the most as their different sleep patterns have either positive or negative implications in their social and professional lives. The clear-cut distinction of “night owls” and “early birds,” to which we have been accustomed for centuries still remain dominant in our generalizations.
Although being an early riser does not in itself mean you are truly efficient and have a stronger willpower, there are still widely accepted biases along those lines: you know, the early bird catches the worm, or nothing good ever happens after midnight.
A representation of a night owl trying to catch the worm.
The existential struggle of night owls in a world dominated by early risers is similar to being a foreigner in a different time zone. A study published in early 2019 may be regarded as the scientific ground for this analogy: a typical evening person regularly manifests clinical symptoms that are similar to jet-lag in a standard working day. Biologically speaking, connectivity remains low in the brain’s network except in ideal times. Therefore, night owls are at a great disadvantage in terms of demonstrating their full performance during a normal working day. [5] Expecting full performance in the early morning hours from an alienated night owl is like forcing a left-handed person to use their right hand.
We had previously discussed the value of good sleep in this article. In addition to the burden these individuals carry as they have to live with a misaligned biological timing, this condition represents a huge millstone hanging on the neck of the society in terms of lost efficiency. Problems caused by sleep disorders amount to 1%-3% lost GDP according to conservative estimates.[6]
In our age obsessed with efficiency, there are of course brands and employers who have woken up (pun intended) to this reality and have taken steps along these lines. A global pharmaceutical company, AbbVie of Denmark, is one of the prime examples. Ten years ago, the company initiated a program where employees undergo a thorough chronotype training so that they can analyse and design their work programs consistent with their individual chronotypes. Company meetings are held only at times when all employees are present at the office.
In the 10 years since the start of the program, employee satisfaction, which used to be around 39%, has reportedly reached almost 100%. Similarly, efficiency rose significantly as well.[7]
It is evident that the business world, even under ideal conditions, will take decades to undergo a complete transformation in terms of circadian rhythms. Therefore, we may ask the following question: Should night owls try and modify their circadian rhythms as much as they can in order to become morning people? This is a matter that has been debated since the concept of chronotypes was first proposed. However, so far no consensus has been reached. [8] Although ultimately it is your own decision, specialist have a couple of suggestions for evening people who want to survive in the morning people’s world by manipulating their circadian rhythms with minor tweaks: taking melatonin supplements under the supervision of their doctors and using lighting strategically. After all, being sleepy or alert depends on the delicate balance between sleep hormone melatonin and light. It is claimed that while melatonin supplements trigger falling asleep in the dark, special lights that can simulate sunrise and sunset prepare our bodies for falling asleep or waking up.[9]
Still, you have to remember one thing: just deciding to do so is not enough for waking up half an hour early, your bedtime has to move to half an hour earlier as well :-)

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Tüylü Tüketiciler için Pazarlama: Evcil Hayvan Ekonomisi

Dünyada evcil hayvan ürün ve hizmet sektörünün büyüklüğü 110 ila 150 milyar dolar arasında olduğu tahmin ediliyor. Türkiye bu konuda gelişmiş ülkelere nazaran biraz geriden gelse de arayı hızla kapatıyor gibi: Ülkemizde 2017 yılında yalnızca mama, oyuncak ve aksesuar satışından 1 milyar dolar’lık bir ciro elde edildi. Evcil Hayvancılık ve İşadamları Derneği’nin açıkladığı verilere bakılırsa, Türkiye’de evcil hayvan harcamaları yılda ortalama yüzde 15 civarında büyüyor [1]. Bu rakamın, ekonominin genel büyüme oranının kat kat üstünde olduğunu da not düşelim…
Türkiye’nin en büyük e-ticaret platformlarından olan N11’e göre, bir evcil hayvan için yapılan aylık harcama miktarı 500 lirayı buluyor [2]. Bu harcama miktarı, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2018 verilerine göre ülkemizde kişi başına düşen ortalama gelirin neredeyse dörtte birine denk düşüyor. Peki ortalama gelirimizin çeyreğini neden evcil hayvanlar için harcayabiliyoruz?
Bulunan en eski evcil köpek kalıntılarının 14.000 yıllık Paleolitik çağ mezarlarında insanlarının yanına gömülmüş olması, çok eskiye dayanan hayat arkadaşlığına işaret ediyor [3]. Ne var ki geçmişte evcil hayvanlarla paylaştığımız ilişki şu anki “kira ödemeyen ev arkadaşı” ilişkisinden çok uzaktı. Onlardan mutlaka fonksiyonel bir fayda bekliyor, en iyi durumda artıklarla besliyor, rahatlıklarını düşünmüyor, onlardan daha kolay vazgeçebiliyorduk [4].
Moncler montlarıyla arz-ı endam eden bazı kuçular
Şu geldiğimiz noktada ise, arzu ederseniz (!) 10.000 TL’yi aşan fiyatıyla günümüzün en âlâ statü sembollerinden olan Moncler şişme montlardan kedinize veya köpeğinize satın alabiliyorsunuz…
Köpeğinizin doğum gününü de boş geçmeyeceksiniz diye düşünüyoruz.
O halde, Instagram’da birbiri ardına türeyen köpek pasta butiklerinden unsuz, şekersiz ve tamamen organik bir köpek pastası sipariş edebilirsiniz. Diğer tüylü misafirler için özel yapım ciğerli bisküvileri de unutmayalım!
Siz uygun bir hediye seçersiniz diye düşünüyoruz ama bu seçimi köpeğiniz de yapabilir. Örneğin Brezilya’da hizmet veren Petz markasının medar-ı iftiharı Pet-Commerce sistemi sayesinde sevimli dostunuz ona gösterilen hediye adayları arasından göz bebeklerini en çok büyüten oyuncağı “seçip” online olarak “satın” alabilir. Anlayacağınız, bu konuda tek sınır markaların hayal gücü…
Son dönemde dikkatimizi çeken diğer örnekler şu şekilde:
Ikea, pet’imizin her şeyi
Kanada, ABD, Fransa ve Japonya Ikea mağazalarında 2017 yılının son çeyreğinden bu yana evcil hayvanlar için tasarımcılar ve veterinerler tarafından özel olarak geliştirilmiş Lurvig serisinin satışına başladı. Bu seride yataklar, oyuncaklar ve kulübelerin yanısıra tasma, tarak ve kaka torbası gibi çeşitli gereçler de mevcut.
Köpek dostu restoran, park ve mağazaları belirten ve kurucusunun deyişiyle “köpekler için bir nevi Foursquare” olan sosyal ağ uygulaması Slobbr, ya da Toronto’da ortak noktası köpek sevgisi -ve elbette gerektiğinde köpek bakımı konusunda yardımlaşma- olan komşuları buluşturarak bir yerel topluluk oluşturmayı amaçlayan Houndr gibi uygulamalara son dönemde sıkça rastlıyoruz.
Ancak EasyJet’in petsitting servisi ise yeni bir haber… Yaptığı bir ankete göre eğer evcil hayvanlarına daha iyi imkanlarla bakılabilecek olsa çok daha sık seyahat edeceğini söyleyen %58'lik çoğunluğun hatırına EasyJet, dünyanın en büyük hayvan bakım servisi olan TrustedHouseSitters ile bir işbirliği yapıyor. 2018'in başından itibaren yolcularına sunduğu uygulama ile kedi, köpek, domuz, tavuk hatta lama gibi çeşitli hayvanlarına bakıcı arayanlarla, bakıcılık yapmak isteyenleri ücretsiz eşleştiren bir iş modeli sağlıyor.
Kamu spotu: Eğer köpek modu olan bir Tesla sahibi değilseniz, hiçbir şekilde evcil hayvanınızı arabanın içinde yalnız bırakmayın.
En popüler elektrikli araç markası Tesla bu senenin Şubat ayında otomobil içinde bırakılan evcil hayvanlar için özel olarak geliştirdiği köpek modunu lanse etti. Bu özellik ile araç içerisindeki sıcaklığın derecesi güvenli bir seviyede tutulurken, herhangi bir tehdit oluşması halinde de sürücünün mobil uygulamasına uyarı gönderilecek. Elbette teknoloji çeşitli kolaylıklar sağlıyor, ancak yine de sevgili dostlarımızı araçlarda yalnız bırakmamakta fayda var…
Evcil hayvanını evde yalnız bırakmak zorunda kalanların ise imdadına köpeklere fısıldayan adam Cesar Millanile işbirliği yapan Amazonkoşuyor. 
Bu servisi kullanan 4 köpek sahibinden 3'ünün köpeklerinde olumlu bir davranış değişikliği gözlemlediğini söylediği Audible for Dogs, köpekler için bir sesli kitap servisi…
Evcil hayvan bakımı yalnızca nadide ürünler, enteresan servisler, havalı uygulamalarla sınırlı değil; işin resmiyete dökülmüş boyutları da var. Harper Collins Yayınevi’nin Hindistan şubesi, evcil hayvan sahiplenen çalışanlarına bir haftalık “doğum izni” hakkı tanıyor.
Batı ülkelerinde çoğu sigorta şirketinin standart bir uygulaması haline gelen evcil hayvan sigortası ise, ülkemizde de iki şirket tarafından tüketiciye sunulmakta.
Evlatlarımızmış gibi yetiştirdiğimiz evcil hayvanlarımıza karşı bakım sorumluluğumuz, yaşam süremizle de kısıtlı değil üstelik. Karl Lagerfeld’in meşhur kedisi Choupette’in, ünlü modacının bu yılın başındaki vefatının ardından 150 milyon dolar değerinde bir mirasa konduğu konuşuluyor. Bu şekilde Choupette iki kişisel hizmetçisiyle Paris’te sürdürdüğü lüks yaşantısını bırakmak zorunda kalmayacak :-)
Mirasyedi evcil hayvanların normalleşmesi, onların artık kira ödemeyen birer ev arkadaşından fazlası olduğunu da kanıtlıyor.
Peki, neden gündelik hayatımıza hiçbir yardımı dokunmayan evcil hayvanlarımızın sırtlarını pahalı montlarla süslüyor, telefonlarımızı onlar için uygulamalarla dolduruyor ve neredeyse bizden daha iyi beslendiklerinden emin olmak istiyoruz? Tarihin cevaplayamadığı bu soruya bir de bilimsel bir açıdan yaklaşalım. Bir hayvanın, farklı bir türü sahiplenip bilinçli olarak bakımını üstlenmesi, hayvanlar âleminde istisnai bir durum.
Her ne kadar “anne kedi köpek yavrusunu evlat edindi” ve “ördek ile eşeğin dostluğu parmak ısırtıyor” haberleri içimizi ısıtsa da, zoologlar bu vakaların yalnızca hayvanat bahçesi veya çiftlik gibi insanın yarattığı “doğal-dışı” ortamlarda gerçekleştiğine dikkati çekiyor [5].
Bazı araştırmacılar, insana özgü bu durumu, insanın yavrusuna uzun yıllar bakma eğilimini, birlikte yaşadığı diğer canlılara yansıtması olarak değerlendiriyor. Bu “evrimsel kazanın” yanı sıra nörofizyolojik ve davranışsal bulgular insanların büyük göz, küçük kafa, yuvarlak yüz hatları gibi bebeğe yakın özelliklere sahip canlıları doğal olarak çekici bulduğunu gösteriyor. Bu konuyla ilgili sahipsiz hayvan barınaklarında yapılan bir çalışmada, pedomorfik — yani çocuksu — olarak nitelendirilebilen yüz hatları taşıyan köpeklerin çok daha hızlı sahiplenildikleri görülmüş [6]. Bilimin insanların hayvanları neden el üstünde tuttuğuna dair verdiği bir diğer yanıt da, türümüzün ayırt edici temel bilişsel yeteneklerinden biri olan antromorfizm. İnsana özgü zihinsel ve duygusal durumları insan-dışı türlere yansıtmak anlamına gelen antromorfizm, hayvanlarla empatik bir bağ kurabilmemizi de açıklıyor [7]. İşte bu üç faktör sayesinde tüylü dostlarımız, eskisi gibi pratik faydalar sağlamasalar hala hayatımızın merkezindeler.
Peki, gelecekte evcil hayvanlara karşı maddi ve manevi harcamalarımızın bir sınırı olacak mı dersiniz? Görünüşe bakılırsa, bizce şimdilik hayır…

Marketing For Furry Consumers: Pet Economy

It is estimated that the global size of the pet products and services sector is around USD 110–150 billion. Although Turkey slightly lags behind developed countries at this front, it seems to catch up with them at a fast pace: A turnover of USD 1 billion was achieved in 2017 merely from the sales of pet food, toys and accessories in our country. According to the data revealed by the Association of Pet Breeding and Businessmen, the expenses on pets grow at an average of 15% each year [1]. It must be noted that this figure is many folds higher than the overall economic growth.
According to N11, one of the biggest e-commerce platforms in Turkey, consumers make an expenditure up to around TRY 500 for each pet [2]. In line with the 2018 data of the Turkish Statistical Institute, this figure is almost one quarter of the average per capita income of our country. Hard not to wonder: how come we can spend one quarter of our average income on pets?
The oldest dog pet remains found buried next to humans in some 14,000 year old Paleolithic tombs point out to an ancient comradeship [3]. However, the relationship we had with pets in the past was much different from the current one, which can be defined as “a roommate who doesn’t pay rent”. We expected an absolute functional benefit from them, fed them with our leftovers in the best-case scenario, didn’t care about their comfort and could give up on them more easily [4].
Some pups showing off their beloved Moncler outerwear
Currently, a Moncler down jacket, one of the high level status indicators of today with its average price tag of USD 1500, is available for not just you but your dog (or cat, if she’s into it) as well. In that case, we believe that you won’t skip the birthday of your pup, either. Then you can order a fully organic birthday cake with no flour or sugar from one of the dog cake boutiques on Instagram, proliferating one after the other. Let’s not forget the custom made biscuits with liver for other hairy guests!
We believe that you will pick the relevant gift but your dog can do it on its own as well. For instance, your lovely friend can “pick” the toy that enlarges its pupils the most and “buy” it online thanks to the Pet-Commerce system, biggest source of pride for the Brazilian brand Petz. Seems like the only limit in this field is the imagination of brands…
The most recent examples that grabbed our attention are as follows:
IKEA, your pet’s everything
In the last quarter of 2017, Ikealaunched the Lurvig line exclusively designed for pets by designers and veterinarians together in Canada, USA, France and Japan. The line includes elegantly designed beds, toys and kennels as well as leashes, combs, poop bags, etc.
Social network applications that help locate dog friendly restaurants, playgrounds and stores such as Slobbr, defined as “a kind of Foursquare for dogs” by its founder and other applications that aim to establish a local group by gathering neighbors around the love of dogs — and cooperation on dog care when need be- such as Houndr in Toronto are much popular recently.
However, the pet-sitting service of EasyJet is the real piece of fresh news… For the sake of a whopping 58% of majority pet owners stating they would travel more often only if their pets would be taken care of under better conditions, EasyJet cooperates with TrustedHouseSitters, biggest pet care service of the world. Thanks to the application it offers to its passengers as of the beginning of 2018, it provides a business model that matches the ones looking for keepers for their pets such as cats, dogs, pigs, chickens and even llamas free of charge with the ones who are willing to sit them.
PSA: Unless you have a Tesla with the dog mode, never leave your pet in the car under no circumstance.
In February of this year, Tesla, the most popular electric car brand, launched a “dog mode” exclusively developed for the pets left in the car. While keeping the temperature in the car at a safe degree, the app will send a warning to the mobile application of the driver in case of a threat. Modern technology offers various conveniences of course, however, it is better not to leave our dear friends in the cars alone in any case…
The ones who have to leave their pets at home are rescued by Amazon in cooperation with Cesar Millan, the renowned dog whisperer. Audible for Dogs is a an audio book service, 3 out of 4 users of which state to observe positive behavior changes in their dogs.
Pet care isn’t only limited to unique products, interesting services or cool applications; it has legal dimensions as well. The Indian branch of Harper Collins Publishing entitles a week long “maternity leave” to its employees who adopt pets. Pet insurance, which is a standard product for many insurance companies in Western countries, was recently begun to be offered by two insurance companies in Turkey.
Our responsibilities to our pets, which we take care of as if they are our children, aren’t limited to our lifetime, either. It is estimated that Karl Lagerfeld’s famous cat Choupette inherited USD 150 million from the legendary fashion designer who passed away earlier this year. Thus, Choupette will be able to carry on her luxurious life in Paris with two personal maids. The normalization of prodigal pets proves that they are more than mere roommates who don’t pay rent.
A sneak peek at Choupette’s lavish life…
Okay, but why do we make our pets wear expensive jackets, fill up our mobiles with relevant applications and want to make sure that they are nourished even better than we do, although they don’t facilitate our daily lives at all? Let’s approach this question which couldn’t be answered through history from a scientific perspective this time. It is an exceptional case for an animal to adopt and look after another species consciously in the animal kingdom. Although news titles such as “mother cat adopted the puppy” and “the friendship of the duck and the donkey is astonishing” warm us inside, zoologists claim that such cases can occur merely in “extra-natural” environments created by men, such as zoos or farms [5].
Some researchers evaluate this humane behavior as a reflection of our tendency to look after our offspring for years onto the other creatures we live with. As well as this “evolutionary accident”, the neurophysiological and behavioral findings indicate that humans find the creatures with baby like features such as big eyes, small head and round facial lines as naturally attractive. According to a research made in the animal shelters it has been observed that the dogs with paedomorphic — childlike — facial features were significantly faster to be adopted [6]. Another answer given by science on why humans cherish animals is the antropomorphism which is one of the main distinguishing cognitive skills of our species. Antropomorphism, meaning to attribute human mental and emotional characteristics to non-human species, explains why we are able to have an emphatic connection to animals [7]. Due to these three factors our furry friends are still in the focus of our lives although they don’t offer practical benefits anymore.
Do you think that there will be a limit to our material and emotional expenditure on pets in the future? As far as it is seen, the answer is a “no” for now…