30 Kasım 2016 Çarşamba

Yoksa Siz Hâlâ Annenizin Kremlerini Mi Kullanıyorsunuz?

For English Please Click


Yüzyıllardır; daha sağlıklı, parlak ve genç görünen bir cilde sahip olabilmek için yapmadığımızı bırakmadık desek, abartmış olmayız. Yüzyıllardır; daha sağlıklı, parlak ve genç görünen bir cilde sahip olabilmek için yapmadığımızı bırakmadık desek, abartmış olmayız. Altın maskesi, yılan zehri, sümüklü böcek maskesi gibi kulaktan kulağa yayılan efsanelerin yansıra, Roma döneminden kalan 2000 yıllık bir kutuda bulunan kalıntının geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan fonksiyonu da bu sonsuz gençlik arzusunu destekler nitelikte. Yapılan araştırmalar sonucunda, üzerinde parmak izleri olduğu halde bulunan kalıntının; nişasta ve hayvani yağlardan oluşan, yüze sürüldüğünde sağlıklı bir ışıltı sağlayan bir çeşit aydınlatıcı-nemlendirici olduğu ortaya çıktı.

Güzel cildin tanımı yüzyıllar içerisinde pek değişmese de bu amaca ulaşmak için kullanılan yöntemler, teknolojiyle sürekli gelişiyor bir yandan da sosyo-kültürel faktörlerle şekilleniyor. Özellikle son yıllarda, insanlar artık yeme içme sektörünü ve güzellik endüstrisini birbirlerinden ayrı düşünmeyerek hepsini bir 360 derece “well-being” sağlayan bir ekosistem olarak görüyorlar. Bu nedenle cilt bakımı ve güzellik endüstrisi son zamanlarda geliştirdiği yeniliklerle daha da çok konuşulmaya başlanan, hatta oldukça ilginç yöntemleri dolayısıyla da sıkı takipçileri olan bir sektör.
Bu ebedi güzel cilt arzusu, elbette birçok markanın varolmasına ve/veya markaların gelişen gündeme, yükselen trendlere ayak uydurmasına neden oluyor.

Biz de ülkemizdeki cilt bakımı alışkanlıkları ve denedikleri ilginç cilt bakımı yöntemleri ile ilgili bir araştırma yaptık ancak sonuçlarını paylaşmadan önce; dünyada bu işin nerelere vardığını, farklı trendlerle örnekleyerek hayal gücünüzün sınırlarını biraz zorlamak istiyoruz.

Sektörün en önemli özelliklerinden biri kendini yenilerken, yeni içerikler, yeni etken maddeler bulunup kullanılması. Bunların bir kısmı “kocakarı reçetesi” şeklinde olsa da işin bilimsel kısmı da yadsınamayacak kadar önemli. Örneğin; son zamanlarda yararlı bakteriler, bağırsak florasının önemi, microbiota gibi kavramlara yalnızca sindirim sistemi sağlığı söz konusu olduğunda değil, cilt bakımı reyonlarında gezerken de rastlamaya başladık. Probiyotik içerikli cilt bakım ürünlerinin yanısıra, kardondioksit içerikli serumlar ve buz bakımları da son dönemde cilt bakımı ve yaşlanma etkileri engellemede sıkça rastladığımız yenilikçi yaklaşımlardan.

Tamamen kişiye özel çözümler sunmaya odaklanmış, cilt bakımını bilimsel bir konu olarak interdisipliner bir şekilde ele alan girişimler de giderek artmakta. Bunlara bir örnek vermek gerekirse, 2014 yılında Londra’da açılan lüks bir cilt bakım butiği Geneu’dan bahsetmemek olmaz: Ağız içinden alınan DNA örneğiniz ile tamamen sizin ihtiyaçlarınıza özel bir cilt bakımı çözümü sunuyorlar. Hem de 30 dakika içinde.

Elbette bu gelişmeler, sadece içerik ve uygulamada kullanılan yenilikçi yöntemlerden ibaret değil. Bir diğer farklı yaklaşım da değişen çevresel faktörlerden kaynaklanan etkileri bertaraf amaçlı.
Örneğin, kozmetik markası Olay’in Çin’de yaptığı bir araştırma sonucuna göre giderek artan hava kirliliğinin cilt üzerinde olumsuz etkileri kanıtlandığından, firma artık ürünlerinin bu faktörün olumsuz etkilerine karşı daha koruyucu olacağı ve hava kirliliğinin cilde verebileceği hasarı azaltıcı içeriklere ağırlık vereceğini açıkladı.

İlk duyulduğunda kulağa oldukça ürkütücü gelebilen bir cilt bakım trendi de, kısaca cilde iğneler batırarak kanatmak şeklinde özetleyebileceğimiz “vampir bakımı” veya dermaroller işlemi.
Geçtiğimiz yıl Kim Kardashian sayesinde oldukça popüler olan ve kökeni antik Çin’e dayanan bu yöntem, cilde milimetrik iğneler batırarak kanatmak ve bu sayede deri altındaki kolajen üretimini tetikleyerek daha sağlıklı bir cilde ulaşmayı amaçlıyor. “Yok, bu kadar da değil! Azıcık kolajen için yüzümü delik deşik edemem.” diyorsanız, onun için de uygun bir ürün bulunuyor: Kanadalı Fountain markası, günlük beslenmenize kolayca ekleyebileceğiniz “güzel görünmenize yardımcı olacak moleküller” içeren likit suplementler üretiyor. Bunların arasında yüzünüze iğne batırmaya gerek bırakmayacak Phyto-Collagen molekülü de mevcut.

Teknolojiyle beraber, hizmet sektörü de cilt bakımı alanında gelişmeye devam ediyor. Curology denilen bir online servis sertifikalı bir dermatolojisti sizin ayağınıza getiriyor. Elektronik olarak danışmanlık alıp, sonrasında size özel ürünleri kapınıza kadar gönderiyor. BeGlammed Stylist Service de “güzellik sektörünün Uber’i” olarak anılıyor. Uygulama yoluyla size ister ofisinize ister evinize, saç bakımı ve makyaj için profesyonel birilerini gönderiyor. Hepimizin malumu, sosyal medya ile birlikte cilt bakımı ve makyaj ile ilgili bilgilere artık kolayca erişebiliyoruz. İnsanlar internette cilt bakımı ürünlerini tanıtıp, uygularken videolar çekerek kendilerine oldukça büyük bir izleyici kitlesi oluşturarak kendi içeriklerini yaratıyor ve hatta takipçi sayılarına paralel bir şekilde sosyal medya kanallarını etkin ve kârlı bir mecra haline dönüştürebiliyorlar.

Biz de Türkiye’de cilt bakımı ile ilgili neler düşünüldüğünü görmek adına bir araştırma gerçekleştirdik. Araştırmamız İstanbul-Ankara-İzmir illerinde 18-45 yaş arası ABC1C2 SES grubundan 120 kadınla gerçekleşti. Görüştüğümüz kişilerin %85’i cilt bakımı yaptığını belirtti. Ne sıklıkla cilt bakımı yaptıkları sorulduğunda ise görüşmecilerin yarısından fazlası her gün yaptığını, geri kalanlar ise çoğunlukla haftada 3-4 veya haftada 1-2 yaptıklarını belirtmiş. Makyaj yaptığını belirtenler ise görüşmecilerin %81’i.

Makyaj ile ilgili yeni çıkan trendleri, yeni ürünleri takip edip etmedikleri sorulduğunda, görüşmecilerin 3’te 1’i takip ettiğini belirtmiş ve bu trendleri de çoğunlukla internetten takip ettiklerini söylemişler. Cilt bakımı da benzer şekilde, görüşmecilerin %31’i tarafından trendlerin ve yeni ürünlerin takip edildiği bir kategori. Aynı şekilde: çoğunluk bu yenilikleri internetten takip ediyor.

İşin online kısmına geldiğimizde youtube üzerinden makyaj ilgili kanalları/insanları takip edenler görüşmecilerin %44’ü. Makyaj ile ilgili yotube’dan videolar izleyip, bu tarz video yapan vloggerları takip edenler, genellikle ilgilerini çeken videolara baktıklarını, özel bir kişiyi takip etmediklerini belirtmiş. Neden bu tarz videoları izleyip takip ettikleri sorulduğunda ise “tekniğini öğrenmek için”, “merak ettiğim için”, “kendime bir şey katabilmek için” ve “güncel bilgilere erişebilmek” adına izlediklerini belirtmişler. Cilt bakımı ile ilgili videoları takip edenler ise daha çok öğrenme ve bilgi amaçlı takip ettiklerini söyleyerek doğru bilgileri öğrenmenin öneminden bahsetmişler.  
Markaların vloggerlar üzerinden ürünlerini tanıtmaları hakkında genellikle olumlu bir düşünce hakim. İnsanlar bunun bilgiye erişim için güzel bir yol olduğunu düşünüyor. Ancak aynı zamanda şüpheci bir kesim tarafından samimiyetsiz de bulunabiliyor ve ürünlere mutlaka kendileri görüp bakmak istediklerini özellikler belirtiyorlar. Videolardan yeni çıkan ürünleri görüp satın alanlar görüşmecelerin 8’de 1ini oluşturuyor.

Görüşmecilerin arasından şu ana kadar cilt bakımı ile duyulan en ilginç uygulama yumurta maskesi ve altın maskesi. Şu ana kadar görüşmecilerin uyguladığı en ilginç cilt bakım tekniği ise kahve, sirke, bal, zeytinyağı ve kil maskesi.

Dünyada bakteriden moleküle, iğne batırmaktan DNA analizine göre ürün kullanmaya kadar uzanan envai çeşit trend alıp başını gitmişken; biz daha ziyade raflarda bulunan bildiğimiz ürünlerden şaşmıyor ve alternatif olarak da mutfağımızda kolayca bulabileceğimiz ürünleri tercih ediyoruz. Görünen o ki sadece erkeğin kalbine giden değil, kadının güzelliğinden geçen yol da mideden geçiyor.

Önümüzdeki günlerde, bu trendlerin hangilerini ülkemizde görebileceğimizi ve kozmetik markalarının bu alanda hangi yenilikleri sunacağını bizler de merakla bekliyoruz.

Are You Still Using Your Mother’s creams?

We wouldn’t be exaggerating if we said that for centuries we did everything in the book so as to get a healthier, radiant and younger looking skin. Apart from the myths that have spread through the grapevine such as the golden mask, snake venom or snail mask, what the residue found in a 2000 year old pot from the Ancient Roman period turned out to be used for is evident of such desire for eternal youth. Research revelaled that the residue found complete with still visible finger prints was some kind of an illuminator-moisturizer made out of starch and animal oil that produced a healthy glow when applied on face.

Even though the definition of beautiful skin has not changed much over the course of centuries, the methods employed to attain it keep on improving with technology and on the other hand are shaped by the socio-cultural factors. Especially in recent years, people have started to consider the food & beverage and beauty industries to be inseparable from each other and regard them as constituting an ecosystem that renders a 360˚ well-being. For that reason, the skin care and beauty industry is one that is increasingly talked about with the innovations it introduces and is followed religiously for its intriguing methods.

This desire to get an eternally beautiful skin is causing many brands to come into existence and/or making brands keep up with the ever-changing agenda and rising trends.

We have conducted a research on the skin care habits and the different methods of skin care that are adopted. But, before presenting the results, we would like to push the boundaries of your imagination by illustrating through various trends how far this business has gotten in the world.
One of the most important characteristics of the industry is that new ingredients and active agents are discovered and utilised while constantly refreshing itself. Even though some of these can be mere “old hag’s formulas”, the scientific aspect of the business is too important to be ignored. For example, we have started to come across concepts such as good bacteria, importance of the intestinal flora or microbiota not only in terms of a healthy digestive system but while we are strolling around the skin care departments as well. In addition to probitoic skin care products, carbon dioxide serums and facial treatments using ice are among the innovative approaches in skin care and anti aging we have been happening upon recently.

Initiatives that are focused on offering completely personalised solutions and treat skin care interdisciplinarily as a scientific topic are gradually increasing. It is almost an obligation to mention as an example the luxury skin care boutique Geneu launched in 2014 in London. They offer you a skin care solution that is entirely customized for you using the DNA sample collected orally. And, needless to say, all that happens within a period of 30 minutes.

By all means, these innovations are not only about the innovative methods employed in terms of ingredients and application. Yet another approach is aiming to eliminate the effects generated by the ever-changing environmental factors.

For example, the cosmetics brand Olay has carried out a clinical study in China which proved the negative effects the ever-increasing air pollution inflict on skin. Consequently, the company has announced that their products will now be more protective against these effects mainly containing ingredients to reduce the damage on skin caused by the air pollution.

Another skin care trend that may sound creepy at first is the “vampire treatment” or the dermaroller procedure that can be summarized as puncturing the skin with needles to make it bleed.
This method that has become popular last year thanks to Kim Kardashian originates from ancient China. It is designed to get a healthier skin by stimulating collagen production in the dermis through bleeding the skin by puncturing it with milimetric needles. If you feel that this is too much and that you would never have your face riddled for a little bit of collagen, there is an alternative for you: The Canadian brand Fountain produces liquid supplements that you can easily include in your daily routine which contain “molecules to help you to look beautiful”. Among these molecules is the Phyto-Collagen which will save you from punturing your face with needles.

The service sector is continuing to develop in skin care together with technology as well. An online service called Curology brings a certified dermatologist to you. They consult you electronically and ship customized products to your door. BeGlammed Stylist Service is known as “the Uber of beauty industry”. Through an app, professional hairstylists and make-up artists come directly to your office or home.

As we all know, we can now reach information on skin care and make-up thanks to social media. People create content by shooting videos of themselves promoting, using and reviewing certain products and attract pretty big audiences in doing so. Some even turn their social media channel into an effective and profitable medium in parallel with the number of their followers.

So, we have conducted a research to see what is thought about skin care in Turkey. The research comprised of 120 females who are 18-45 years of age, AB/C1/C2 SES and who live in İstanbul, Ankara and İzmir. 85% of people we have interviewed confirmed that they make skin care. When they were asked how frequently they do so, more than half of the interviewees replied that they do it on a Daily basis and the rest 3-4 or 1-2 times a week. 81% of the interviewees stated that they put on make-up.

When we asked them whether they are following the new trends and products in make-up, 1 in every 3 interviewees replied that they do and added that they follow these trends on the internet. Skin care is a category where 31% of people we have interviewed follow the new trends and products. Similarly, most of them are following such novelties on the internet.
When we come to the online aspect, 44% of the interviewees follow youtube channels and people regarding make-up. The ones who watch youtube videos on make-up and follow vloggers who actively post such videos stated that they mostly check out the videos that catch their attention and that they don’t follow anyone in particular. When they were asked why they were into watching such videos and following such personas, the answers were “in order to learn the technique”, “because they were curious about it”, “in order to add something to themselves” and “in order to access current information”.

The ones who follow youtube channels and people regarding skin care constitute 19% of the interviewees. The ones who view videos on skin care stated that they did so in order to learn and for informational purposes and commented on the importance of access to correct information.
Brands promoting their products through vloggers are generally approved. People think that it is a useful way to access information. But on the other hand, it can also be found to be insincere by a skeptical bunch who comment that they rather check the products out themselves. 1 out of 8 interviewees buys products upon seeing them in such videos.

The most interesting applications the interviewees have heard so far are the egg mask and the golden mask. The most interesting skin care method they have applied so far is the mask made of coffee, vinegar, olive oil and clay.

When a wide array of trends from bacteria to molecules or sticking needles to DNA analysis flow in abundance around the world, we generally do not deviate from familiar products available on the shelves and prefer what we can easily find in our kitchen as alternatives. It seems that not only the way to a gentleman’s heart but also to a lady’s beauty goes through stomach.

We are looking forward to see which of these trends we shall be seeing in our country and what kinds of novelties the cosmetics brands will be offering us in the forthcoming days.

31 Ekim 2016 Pazartesi

Harekete Geçiren Markalar

For English Please Click

Türkiye’de ve bilhassa büyük şehirlerde düzenli bir aktif yaşam fazlasıyla zahmetli. Eğer çalışıyorsanız, günün büyük bir kısmını bilgisayar karşısında geçiriyorsunuz. Spor salonuna yazılsanız, ilk başlarda heyecanla başlayan bu macera giderek azalarak haftada 1’lere, ayda 1’lere ve daha sonra da “en son ne zaman gittiğimi unuttum”lara dönmeye başlıyor. İstanbul’da yaşayanlar için bisiklet genellikle bir hayalden ibaret. Üstelik, beslenme düzenimiz de giderek kötüleşiyor ve sağlıksız bir hale geliyor.

Özellikle son zamanlarda ülkemizde de gittikçe artan obezite tehdidiyle beraber, sivil toplum kuruluşları ve doktorlar bu duruma karşı savaş açmış durumda. Aktif Yaşam Derneği’nin yaptığı araştırmalara göre Türk halkının yüzde 75’i hareketsiz. En hareketsizler ise 15-19 yaş arası gençler. Bilhassa çocukların giderek hareketsizleşmesi, bilgisayar ve televizyon ekranları karşısında saatler geçirmesi herkesi endişelendiriyor. Markalar da buna kayıtsız kalamıyor. Hareketsizliği engelleme ve insanları daha aktif bir yaşam sürmeye teşvik etme çabasına son zamanlarda farklı kategorilerden birçok marka dahil oldu.

Hareketliliği ve aktif bir yaşamı bünyesinde barındırdığından bu konuda başı çekenler tabii ki spor markaları. Nike’ın “Sen Hareket Ettikçe Her Şey Mümkün” platformunda olduğu gibi, bu kategorideki hemen her oyuncunun iletişiminde hareketlilik ve hareketin önemi hissediliyor. Hareket ile spor kadar doğrudan olmasa bile dolaylı bir ilişkisi olan deodorant markalarından Rexona da hareketliliği teşvik edenler arasında ilk akla gelenlerden: Şu günlerde ekranlarda yeniden dönmekte olan “Türkiye’nin En Sevilen Hareketleri” reklam kampanyasını herkes hatırlıyordur.
Giyim markaları da aktif yaşamı desteklemeye başladı. North Face genellikle sonbahar-kış mevsimlerinde satışlarını artıran bir perakendeciyken, yalnızca bir outdoor markası olmanın bir adım ötesine geçerek kendisini bir aktif yaşam tarzı markası olarak yeniden konumlandırdı. Teknoloji markalarından Apple’ın adımsayarı da kullanıcılarını harekete geçmeye doğrudan teşvik eden önemli örneklerden biri.

Spor, giyim ve teknoloji markalarının girdiği bu savaşa zaman içerisinde aklımıza kolay kolay gelmeyecek başka markalar dahil oldu: Ülker, Eti, McDonalds, Nestle gibi hazır gıda markaları... Tüketicilerle birlikte markaların da bilinçlenmesiyle birlikte, eski tüketim alışkanlıklarını değiştirme ve hareketliliği teşvik etmeye yönelik ciddi bir yatırım yapılmaya başlandı.
Aktif Yaşam Derneği ve Eti’nin iş birliğiyle hayata geçirilen ve iletişimleri son zamanlarda sık sık karşımıza çıkan Sarı Bisiklet projesi, insanları bisiklet kullanmaya teşvik ediyor ve böylelikle gündelik hayatlarında daha aktif olmalarını sağlıyor. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen “Süslü Bisiklet” etkinliği de benzer bir misyon yükleniyor. Daha fazla insanı hareket etmeye ve bisikleti günlük hayatımızda daha çok kullanmaya davet ediyor.

Çocukların hayatlarında aktif olmalarını teşvik etmek amacıyla birçok spor projesi geliştiren Ülker, “Çocuk ve Spor” projeleriyle geçtiğimiz 8 yıl içerisinde birbirinden farklı spor dallarında 272 bin 500 çocuğa ulaştı.

McDonalds ise giderek artan çocuk obezitesi rakamlarına istinaden, gençleri egzersiz yapmaya ve sağlıklı beslenmeye teşvik etmek amacıyla “It’s what I eat and what I do… I’m lovin’ it” adlı bir kampanya başlattı. Bu kampanya doğrultusunda yeni ambalajlar, TV reklamları, basılı reklamlar, eğitim broşürleri ve aktif bir yaşam tarzı için ipuçları içeren bir web sitesi hayata geçirildi.
Coca Cola’nın Hayata Artı Vakfı, “Çık Dışarıya Oynayalım” adlı bir proje geliştirdi. Coca-Cola bu projeyle ilköğretim okullarının bahçelerini aktif oyun alanlarına dönüştürüyor ve çocukları oyun oynamak için dışarıya çağırıyor. Diğer yandan PepsiCo da son yıllarda, özellikle gençlerle, fiziksel aktiviteyi destekler projeler geliştiriyor. PepsiCo ve PepsiCo Vakfı çok sayıda bağış ve ortaklıklarla birçok kişinin, özellikle çocukların, fiziksel aktivitelerde bulunmasını destekliyor.

Fiziksel aktiviteyi oyunlaştırarak tüketicilere çeşitli hedefler koyan markalar da var. Nestlé, Optifast ile uzun vadede verilmesi mümkün olan fazla kiloları klinik bir takip programı eşliğinde sunarak, tüketicilerinin aktif bir yaşam tarzı oluşturmalarına destek oluyor. Kellogg’s All-Bran tüketicilerine ücretsiz pedometre hizmeti sunuyor, çevrimiçi hesaplarında “günlük adımlar” gibi basit hedefler belirliyor ve sonrasında bu hedeflere ulaşmaları için onları motive ediyor.

Günümüzde tüketicilerini hareketli olmaya teşvik eden bu kadar çok marka olmasından yola çıkarak, toplumdaki spor alışkanlıklarını ve hareketliliği teşvik konusunun tüketicilerin zihninde hangi markalar ile eşleştiğini incelemek üzere bir araştırma gerçekleştirdik. Araştırmamız, İstanbul, Ankara, İzmir’de 16-45 yaş arası AB,C1,C2 SES grubundan 100 kadın ve erkekle yürütüldü.
Görüştüğümüz kişilerin %83’ü kendilerinin günlük hayatta fiziksel olarak aktif olduğunu düşünüyor. Gün içinde fiziksel olarak aktif olduğunu düşünenler ayakta oyalanarak, yürüyüş yaparak, iş yerinde
yoğunluktan koşuşturarak ya da merdiven inip çıkarak aktif olduklarını dile getirmişler. Yani aslında aktif yaşam, görüşülenler için koşuşturma ve yoğunluk demek. Metrobüste sıra beklemek bile yaşadığımız hayat koşullarında aktif olma anlamına gelebiliyor. Fiziksel olarak aktif olmayanlar ise bu duruma yol açan sebepler arasında trafikten dolayı imkân bulamamalarını, ofis ortamında masabaşı çalışıyor olmalarını ve bilgisayar karşısında hareketsiz kalıyor olmalarını göstermiş.
Görüştüğümüz 10 kişiden 2’si düzenli spor yaptığını belirtiyor. Spor yapanlar, en fazla spor salonlarını tercih ederken, ikinci olarak dışarıda (sokakta) ve üçüncü olarak evde spor yaptıklarını ifade etmişler. En çok yapılan spor: Yürüme ve koşma. Sıkça yapılan diğer sporlar arasında yüzme, futbol ve ağırlık kaldırma yer alıyor.

Görüştüğümüz kişilerin %34’ü ulaşımını daha çok arabayla sağlıyor. Dolmuş/minibüs, metrobüs/otobüs, metro ve yürüme ise çok sık kullanılan diğer ulaşım yöntemleri.
Tüketicilerin yarısından fazlası günlük yaşamda nasıl aktif olunacağı hakkında hâlihazırda bilgi sahibi olduğunu belirtmiş. Hareketli olmayla ilgili bilgileri daha çok internetten, spor salonlarından, TV programlarından ve sosyal medyadan aldıklarını dile getirmişler.

Aktif olma ile ilgili mesaj veren markalar olup olmadığı sorulduğunda, görüştüğümüz kişilerin %14’ü böyle mesajlar veren markalar olduğunu belirtmiş. Bunlar arasında daha çok Nike, Adidas gibi spor markaları telaffuz edilmiş. Aktif yaşam ile ilgili proje yapan markalar sorgulandığında ise, görüştüğümüz kişilerin %19’u böyle projelerden haberdar olduğunu ifade etmiş. Bunun gibi projeler yürütenlere örnek olarak Nike, Rexona, çeşitli bakanlıklar ve “Vodafone’un köprüde yaptırdığı koşu” akıllara gelmiş.
Markaların hareketliliği teşvik etmesi çoğunlukla örnek bir hareket olarak değerlendiriliyor ve tüketiciler nezdinde de takdir topluyor. Türkiye’nin genel olarak spor/aktif yaşam konusunda geri kaldığı düşünüldüğünden, markaların bu alana girmiş olması halkı bilinçlendirme açısından olumlu bir adım olarak değerlendiriliyor. Bunun yanında sponsorların ve etkinliklerin artırılması gerektiği düşünülüyor. Bir kısım şüpheci ise, markaların hareketliliği teşvik amaçlı projelerinin aslında kâr amaçlı projeler olduğunu ve harekete değil de harcamaya yönlendirme amaçlı yapıldığını düşündüğünü dile getirmiş.

Görüştüğümüz kişiler fiziksel hareketliliği desteklemeyi daha çok Adidas, Nike, Puma gibi spor markalarına yakıştırmışlar. Bunun yanında ayakkabı markaları, Decathlon gibi spor mağazaları ve spor malzeme üreten ve satan markalar da aktif yaşamı destekleme ile organik olarak ilişkilendiriliyor.

Giderek hareketsizleştiğimizin ve sağlıksızlaştığımızın bilimsel olarak kanıtlandığı bu dönemde, günden güne daha fazla bilinçli hale gelinmesiyle birlikte, birçok insan kendi hayat standardı elverdiğince küçük ya da büyük değişikliklerle bu durumun üstesinden gelmeye gayret gösteriyor: Kimi ofiste dolanarak, kimi gün içerisinde daha çok yürüyerek, kimi de belli bir rutin dahilinde özel bir zaman ayırarak günlük yaşamdaki hareketsizliğini kırmaya çalışıyor.

Aktif yaşamın ve iyi beslenmenin gittikçe önem kazandığı ve tüketicilerin markalardan bu konuda daha çok sorumluluk almalarını ve farklı imkânlar sağlamalarını beklediği bu zamanlarda, daha çok marka bu alanda teşvik edici motivasyonlar geliştirmeli. Şu anda zihinlerde, -elbette öğrenilmiş kodların da etkisiyle- aktif yaşam konusu daha çok spor markaları ile ilişkilendirilerek yer etmiş olmakla birlikte, yapılan bütün bu faaliyetlerin sonucunda diğer markalar da bu alandaki zihin paylarını artıracak ve tüketicilerin gönüllerindeki yerlerini sağlamlaştıracaktır.

Şimdi markaların harekete geçme zamanı!

The Brands That Get You Moving

Leading a regularly active life in Turkey, and especially in big cities, is eminently grueling. If you are working, you are most probably spending most of your day sitting in front of a computer screen. If you ever get a membership at a fitness center, this adventure of yours first starts with enthusiasm only to gradually fade into going to the gym once a week, then once a month and finally “I don’t remember the last time I went there”. Bicycle usually is nothing but a dream for the ones living in Istanbul. And what’s more, our dietary habits become increasingly worse and unhealthy.

Non-govermental organizations and doctors have started a war against obesity which has heightened recently in Turkey, as well. According to the research conducted by the Active Living Association, 75 percent of the Turkish population is inactive. The most inactive ones are youth 15-19 years of age. It worries everyone that especially children are getting more and more inactive, spending hours sitting in front of either computer or TV screens. That being the case, brands just can’t remain unresponsive in this situation. Numerous brands from various categories have lately been involved in the endeavor to prevent inactivity and to motivate people to lead a more active life.

Due to the fact that sports embodies activity and active lifestyle, it certainly is the sports brands that lead the way in this undertaking. Activity and its importance are manifested in the communication of almost every player in this category, just like Nike’s “Everything’s Possible As Long As You Move” platform. Rexona, one of the deodorant brands which are somehow related to action although not as directly as sports, is another name that comes to mind among the ones that encourage activity.

Everyone remembers the “Turkey’s Most Popular Moves” ad campaign that has been re-running on TV nowadays.

Clothing brands too have started to promote the active life. North Face used to be a retailer who increased its sales in the autumn-winter season but it has now gone one step further from being only an outdoor brand and re-positioned itself as an active lifestyle brand. Apple’s Pedometer app is one of the notable examples to directly encourage its users to get into action.

Other brands that we could hardly have imagined are starting to include themselves in this war dominated so far by the sports, clothing and technology brands. These are ready-to-serve food brands such as Ülker, Eti, McDonalds and Nestlé... As brands become more conscious along with the consumers, considerable amount of investment is being made for changing old consumption habits and promoting and motivating activity.

The Yellow Bicycle Project which has been brought to life under the collaboration of the Active Living Association and Eti and whose communication we have been seeing frequently, encourages people to cycling and thus rendering them more active in their daily lives. The “Fancy Bicycle” activity that has recently taken place is assuming a similar mission by inviting more and more people to get into action and use bicycle more in daily life.

Ülker developed and launched many sports projects in order to encourage children to lead active lives and has reached a total of 272,500 children in various sports branches with its “Children and Sports” projects in the last 8 years.

Pursuant to the increasing child obesity figures, McDonalds has launched a campaign entitled “It’s what I eat and what I do… I’m lovin’ it” to motivate youth to exercise more and get healthy-nutrition conscious. New packagings, TV commercials, print ads, educational brochures and a website that gives hints for an active lifestyle have been implemented within the framework of this campaign.
Coca-Cola Life Plus Foundation has developed a project entitled “Come Out and Play”. With this project, Coca-Cola turns the schoolyards into active playgrounds and invites children to come out and play. On the other hand, PepsiCo has been developing projects especially with youth to encourage and promote physical activity. PepsiCo and the PepsiCo Foundation endorse physical activity particularly for children with lots of benefactions and partnerships.

There also are brands that turn physical activity into a game and set specific goals for their consumers. Nestlé incorporates the weight to be potentially lost with Optifast together with a clinical trial program and supports its consumers to establish an active lifestyle for themselves. Kellogg’s All-Bran offers the All-Bran Pedometer for free, sets simple goals like “daily steps” and motivates its consumers to reach their goals.

With reference to that many brands motivating their consumers to be active in this time and age, we have conducted a research to investigate the sports habits in the society and to extract the brands associated with promoting and encouraging activity within the consumers’ minds. The research comprised of 100 females and males who are 16-45 years of age, AB/C1/C2 SES and who live in İstanbul, Ankara and İzmir.

83% of people we have interviewed think that they are physically active within their daily lives. They have claimed to be phyically active within the day by idling around on feet, taking walks, running around in the hustle and bustle of the office or taking the stairs. It appears that an active life stands for running around and busyness for the interviewees. Even waiting in line for the metrobus may add up to being active under the current circumstances of life. The ones who are not physically active specify not finding the opportunity because of the traffic, having a deskjob in an office and sitting motionless by the computer as reasons why.

2 out of 10 interviewees state that they do sports on a regular basis. The ones who do sports prefer fitness centers the most, secondarily outdoors (on the street) and thirdly at home. Walking and running are what they do the most. Swimming , playing football and weight lifting are among the other branches of sports they do.

34% of the interviewees use cars for transportation. Minibuses, metrobuses, metro and walking are the others means of transportation.

More than half of the consumers stated that they know how to be active in their daily lives mentioning the internet, fitness centers, TV programs and social media as their sources of information.

When they were asked about the brands that accentuate being active in their communication, 14% answered that there are such brands and mentioned sports brands such as Nike and Adidas. When asked about the brands that carry out projects on leading active lives, 19% remarked that they are in the know of such projects and named Nike, Rexona, various ministries and “the race that Vodafone had held on the bridge”.

Encouraging of activity by the brands is seen as a model behavior and gets credit among consumers. Since Turkey is thought to fall behind in sports/active life, the fact that brands are taking action in this sense is seen as a positive contibution in terms of raising awareness. In addition to this, it is thought that there needs to be more sponsors and events. Some skeptics stated that they think the projects launched by brands to promote activity are indeed profit-oriented projects and are executed to actually drive consumption rather than activity.

The interviewees have mostly associated sports brands like Adidas, Nike or Puma with encouraging physical activity. Other than this, sports shops like Decathlon and brands that manufacture and sell sports equipment are organically linked with promoting an active lifestyle.

In this period where it is scientifically proven that we are getting more and more inactive and unhealthy but at the same time become more health conscious, lots of people strive to overcome this with minor or major behavioral changes as much as their lifestyles permit. Some choose to walk around in the office and some allocate specific time for their routine workout in order to tackle with their inactivity in daily life.

More brands should come up with motivational projects and activities in today’s world where active life and healthy nutrition increasingly gain importance and consumers expect brands to assume more responsibilities in this sense. Although active life as a subject is rather associated with sports brands – thanks to the learned codes – in the consumers’ minds, it is most certain that other brands will increase their share of mind and reinforce their position in their consumers’ hearts in consequence of all the efforts and initiatives.

Now is the time for brands to get into action!

21 Eylül 2016 Çarşamba

Markaların Yeni Oyun Alanı

For English Please Click

Son zamanların en popüler konularından birisi, kuşkusuz, elektronik spor. eSpor olarak da bildiğimiz ‘elektronik spor' için fizikselden çok zihinsel beceri gerektiren dijital bir spor diyebiliriz. Hatta tüm bu dünyayı, bir nevi sanal satranç gibi görenler de mevcut. eSpor, geleneksel sporlarla karşılaştırıldığında fiziksel değil bilişsel kondisyon gerektirmesi, çok büyük finansal kaynak gerektirmemesi, dünyanın her yerinde bu sporu icra edebilme olanağının bulunması, Bilgisayar/Konsol/Mobil platformlar üzerinden bireysel ve/veya takım halinde rekabete açık olması bakımından, özellikle genç kitlelerce tercih edilen yeni nesil spor olarak lanse ediliyor. Öyle ki, şu günlerde 2020 Olimpiyatları’nda yer alma ihtimali konuşuluyor!

Küresel eSpor Pazar Raporu’na göre; eSpor’un farkındalığının geçen yıla göre %36 artarak, bu yıl dünya ölçeğinde 1 milyar kişiyi aşacağı ve 2019 yılına gelindiğinde ise bu rakamın 1.572 milyarı aşacağı öngörülüyor (Newzoo, Global Games Market, 2016). Ülkemiz de dahil birçok ülkede profesyonel eSpor takımları kuruldu ve bu takımlar şimdiye kadar turnuvalarda pek çok kez karşı karşıya geldi. ESPN, BBC, TBC gibi dünyaca ünlü spor kanalları da eSpor içeriklerine yer vermeye başladılar.

eSpor’un bu hızlı yükselişiyle beraber, hem dünyada hem de Türkiye’de oyun içi yapılan harcamalar da giderek artmakta. Bu rakamlar o kadar artmış durumda ki, bu oyunların neredeyse kendi ekonomilerini oluşturmuş olduğunu söyleyebiliriz. Oyun içi harcamalar genellikle karakter geliştirmek, yeni özelliklere sahip olmak, seviye atlamak gibi sebeplerle yapılıyor. eSpor ekonomisinin dünyada 2016 yılında 99 milyar dolarlık bir gelir getireceği öngörülüyor (Newzoo, Global Games Market, 2016).

Türkiye’de bilgisayarda herhangi bir oyun oynayan toplam 30 milyon oyuncunun 2016 yılında 750 milyon dolardan fazla harcama gerçekleştirmesi bekleniyor. Ülkemizde oyuncu başına düşen ortalama yıllık harcama 35,4 Dolar. Bu rakam listenin üst sıralarındaki ülkelerinkine kıyasla nispeten düşük olmakla birlikte, yine de hiç de fena bir rakam değil (Newzoo, Turkish Games Market, 2016).
Ülkemizde eSpor’un ne kadar popülerleştiğini gösteren en son örneklerden biri de bu yıl gnçtrkcll ve Coca-Cola Zero işbirliğiyle hayata geçirilen Türkiye’nin ilk Profesyonel eSpor Ligi olan Şampiyonluk Ligi. Masaüstü oynanan bir oyun olan League Of Legends (LoL) Türkiye Büyük Finali, 13 Ağustos 2016’da Ülker Sports Arena’da gerçekleşti ve Digitürk Lig TV’de internet ile aynı anda canlı olarak yayınlandı.

Türkiye’de son zamanlarda eSpor ve oyun trendi bu kadar yükselişe geçmişken, biz de eSpor ve oyun içi harcamalara yönelik bir araştırma gerçekleştirdik. Araştırmamız Türkiye’nin 12 ilinde, 16-34 yaş arasında, dizüstü veya masaüstü bilgisayar sahibi, 320 kadın ve erkekle yürütüldü.

Görüştüğümüz 320 kişinin %36’sı bilgisayarlarında internet üzerinden oyun oynuyor. Spontan olarak oynanılan oyunlar sorulduğunda daha çok ‘League Of Legends’, ‘Counter Strike’, ‘DOTA’, ‘Candy Crush’, ‘Okey’ ve çeşitli futbol oyunları telaffuz edilmiş. Bilgisayarında internet üzerinden oyun oynayan 10 katılımcıdan 4’ü bu oyunları her gün oynuyor. Oyunları ne kadar süre ile oynadıkları sorulduğunda ise katılımcılar daha çok “1 saat ve daha az” ile “2-3 saat arasında” oynadıklarını belirtmiş.

eSpor’u sorguladığımızda görüşülen kişilerin %30’u bu tanımı bildiklerini söylemiş. Bu tanımı bilenlerin çoğunluğu ise erkek. eSpor’u bilenlere, eSpor’a dahil oyunları oynayıp oynamadıkları sorulduğunda %50’si oynadığını, %50’si oynamadığını belirtmiş. eSpor oyunları arasında olan en meşhur oyunları teker teker sorguladığımızda en çok ‘CS-GO (Counterstrike-Go)’ oynandığını gördük. Bunu ‘Call of Duty’ ve ‘League of Legends’ takip ediyor. Çok oynanan diğer oyunlar arasında ‘Knight Online’, ‘WOW’, ‘DOTA’ ve ‘Metin2’ yer alıyor. Bu oyunlara sponsor olmuş markalar sorgulandığında ise, neredeyse hiçbir oyuncu sponsor markaları hatırlayamamış.
Bu oyunları oynayan kitleye, oyun içinde herhangi bir harcama yapıp yapmadıkları sorulduğunda %43’ü harcama yaptığını belirtmiş. Harcama yapanların yarısından fazlası bu harcamaları nadir/seyrek yapıyor. Geri kalanlar ise sık sık harcama yapıyor. Harcama aracı olarak da daha çok kredi kartları ve kontör kullanılıyor. Harcama yapma gerekçesi olarak daha çok “harcama yapıldığında oyunun daha zevkli hale gelmesi”, “harcama yapılmazsa oyun içindeki gelişmelerin zaman alması”, ve “oyunu kolaylaştırmak” belirtilmiş.

Para harcamayanlara neden harcamadıkları sorulduğunda en sık duyulan cevap “ihtiyaç duyulmadığı/gerek olmadığı”. %14’lük bir kitle oyunlarda para harcayacak bütçeye sahip olmadıklarını belirtmiş, %11’i ise harcama yapmayı güvenilir bulmadıklarını söylemiş. Ne gibi özellikler için para harcayabilecekleri sorulduğunda “farklı karakter özellikleri için”, “güç artırmak için” para harcayabileceklerini söylemişler.

Araştırmamızın diğer kısmında son zamanların en popüler oyunu olan Pokemon Go’yu sorguladık. Pokemon Go da, ileride eklenebilecek birkaç özellikle geleceğin en popüler eSpor’larından biri olmaya aday görülüyor. Görüştüğümüz kişilerin sadece %12’si Pokemon Go oynuyor. Oynayan kitle daha çok 19-30 yaş arasında. 30 yaş üzerinde oynayan sayısı oldukça az. Pokemon Go oynayan kitleye bu oyun içinde harcama yapıp yapmadıklarını sorduğumuzda ise sadece %5’i harcama yaptığını söylemiş.

Pokemon Go oyununda para harcamayanlara neden harcamadıklarını sorduğumuzda en çok alınan cevaplar “gerek duyulmaması”, “oyuncuların özellikleri kendilerinin geliştirmek istemesi” ve daha sonra da “güvenilir bulunmaması”. Ne gibi özellikler sunulursa Pokemon Go oyununda harcama yapabilecekleri konusunda ise katılımcılar “pokemonların yerini belirlemek için”, “daha güçlü pokemonlara sahip olabilmek için” cevaplarını vermiş ancak mobil bir oyun için para harcamayacaklarını da belirtmişler.

Şimdiye kadar eSpor oyunlardan bağımsız olarak herhangi bir oyun için harcama yapmış olanlar katılımcıların %18’ini teşkil ediyor. Bu oyunların hangileri olduğunu sorduğumuzda ‘Heartstone’, ‘Clash of King’, ‘Knight Online’, ‘Clash of Clans’ ve ‘League of Legends’ en sık aldığımız cevaplar. Harcama yapanlar “oyunu zenginleştirmek”, “seviye atlamak”, “karakter almak”, “prömiyer üyelik için”, “kostüm alarak oyunu renklendirmek için” harcama yaparken, harcama yapmayanlar ise gerekçe olarak buna “ihtiyaç duymadıklarını” belirtmiş. Bundan başka, para harcanarak oyunda ilerlenirse, oyunun bir anlamı kalmayacağı, kendi yetenekleriyle oyunda ilerlemenin daha anlamlı olduğu da dile getirilenler arasında.

Daha önce herhangi bir uygulamayı indirmek için veya daha üst bir versiyona geçmek için harcama yapanlar ise katılımcıların %16’sını oluşturuyor.

Araştırma sonuçlarına baktığımızda, Türkiye’de oyun trendinin giderek geliştiğini görebiliyoruz. Özellikle eSpor alanında hem bilinirlik hem de oyun içi harcama oranı oldukça yüksek. Şu sıralar tüm dünyada en çok oynanan oyunlardan biri Pokemon Go da ilerleyen zamanlarda eSpor olarak kabul edilirse, Pokemon Go özelinde de yapılacak harcamaların giderek artacağını öngörebiliriz. Türkiye’de yeni nesil ile beraber oyun oynama ve harcama miktarının bundan sonraki yıllarda kayda değer bir artış göstereceğini varsaymak yanlış olmaz. Bu da, tüketicilerle yakınlık kurmak isteyen markalar için çok önemli bir fırsat alanı oluşturuyor. Şu anda odak alanı teknoloji ve/veya gençler olan belli başlı markaların yavaş yavaş buraya yöneldiğini görebiliyoruz ancak ilerleyen zamanlarda, hele de olimpiyatlarda yer alma durumu gerçekleşirse, daha çok markanın envai şekillerde eSpor alanında varlık göstermek isteyeceği kesin.

Biz şimdiden söylemiş olalım.

Brands New Playground

Electronic sports is, without doubt, one of the most popular topics in today’s world. Also known as eSports, electronic sports can also be defined as a digital sport which requires mental skills rather than physical. Some folks even consider this whole realm as a virtual chess board. In comparison to conventional sports, eSports demands cognitive rather than physical fitness, does not require large financial resources, can be accessed from anywhere in the world, easily facilitates people to competition via computer, handheld console, mobile and etc., either as a team member or individually. All in all, it is massively preferred by the young audience and that is exactly why it’s being launched as the next generation of sports. Rumor has it, eSports is likely to become a part of the Olympic Games by 2020.

According to Global eSports Market Report, this year eSports awareness will exceed over one billion people globally with a 36% increase with respect to last year. And by 2019 the figure is expected to exceed 1,572 billion (Newzoo, Global Games Market, 2016). In many countries, including ours, professional eSports teams have been founded and started competing in the tournaments. Many world-renowned sports channels such as ESPN, BBC, TBC etc., have already started covering eSport content.

With the rapid development of eSports, the in-game expenses are gradually increasing in Turkey as well as around the world. The figures have increased so high that it would only be fair to say that these games create their own economy. In-game spendings are made largely to improve the characters, to get new skills, and/or to upgrade to higher levels. Global eSports market expects revenues as high as $99 billion in 2016 (Newzoo, Global Games Market, 2016).

In Turkey, a total of 30 million players are expected to spend more than 750 million USD on computer games in 2016. In our country the average annual expenditure per player is 35.4 USD. Although this figure is relatively low with respect to that of other countries placed in the higher ranks in the list, it is not bad at all (Newzoo, Turkish Games Market, 2016).

One recent example to how popular eSports has become in our country this year is Turkey’s first Professional eSports League, the Championship League, organized under the collaboration of gnçtrkcll and Coca-Cola Zero. The League Of Legends (LoL) Grand Finale Turkey, a desktop game, was held on 13 August 2016 at Ülker Sports Arena and it was aired live on the internet and Digitürk Lig TV simultaneously.

So, while eSports and computer games are getting more and more trendy, we conducted a research on eSports and in-game spending tendency. The research was conducted among 320 men and women, with an age range between 16-34, who live in Turkey and own a desktop or laptop.

36% of the participants play online games. Most of the games spontaneously played are ‘League Of Legends‘, ‘Counter Strike‘, ‘DOTA‘, ‘Candy Crush‘, ‘Okey‘ and various soccer games. 4 out of ten participants play these games on daily basis. When asked how much time they spend on playing games, the interviewees have answered “1 hour or less”, or “2-3 hours”.

When we questioned e-sports, 30% of the participants had said that they know of the terminology. And the majority of those who know the terminology is males. When we asked those who know eSports whether they play any games that fall within eSports category, 50% said that they they did and the remaining 50% said that they did not. When we examined the most popular eSports games one by one we found that ‘CS-GO (Counterstrike-Go)‘ is the most played game which is followed by ‘Call of Duty‘ and ‘League of Legends‘. Other well-known games are ‘Knight Online‘, ‘WOW‘, ‘DOTA‘ and ‘Metin2‘. When asked about it, almost none of the game players could remember the brands sponsoring these games.

When asked if they made any in-game spendings, 43% of the audience who play these games answered affirmatively. More than half of the spending audience spend seldomly, others burn money ever so often. Bonus units and credit cards are commonly used for paying. “It becomes more fun when you pay”, “it takes longer for the game to progress when you don’t pay”, “paying facilitates the game” are some of the motives stated often by the paying gamers.

Non-spenders’ most common reason is “lack of necessity”. 14% of them indicated that they had no budget for spending money while playing games. Another 11% did not find it safe to make payments (online). When they were asked what would motivate them to spend money, non-spenders answered that they might spend some “to acquire diverse character features”, or “to enhance power”.
Another section of our research was devoted to Pokemon Go, the most popular game of the recent times. Pokemon Go, with prospective added features, is a candidate to become one of the most popular eSports games in the near future, yet only 12% of the interviewees play it. The ones who play are in the 19-30 age group. The number of people above the age of 30 who play Pokemon Go is low. When we asked the Pokemon Go playing audience whether they they spend any money while playing, only 5% of the players said that they did.

When we asked about the reasons why to the group of people who didn’t want to spend any money for the game, the most frequent answers were, “lack of necessity”, “that they chose to improve the features by themselves” and then “lack of safety”. On the topic ‘what qualities would be worth spending money’, we received answers along the lines of “in order to locate the pokemons”, and “in order to own more powerful pokemons”. However, the interviewees also emphasized that they wouldn’t spend money for a mobile game.

18% of the interviewees have spent money on any given game regardless of eSports. When we asked which games these are, the most frequent answers were ‘Heartstone‘, ‘Clash of Kings‘, ‘Knight Online‘, ‘Clash of Clans‘ and ‘League of Legends‘. These gamers mostly paid “to enrich the game “, “to level up”, “to get a new character”, “to acquire premier membership”, and “to get costumes and enliven the game”. The gamers who were reluctant to spend money suggested “they didn’t need to”, and they found it more meaningful to advance in the game using their own skills only.
16% of the interviewees have paid to download an application or to upload a newer version in the past.

These results show us the ‘gaming trend’ is ever-increasing. Especially in the field of eSports, we see that both awareness and in-game spending ratio is fairly high. If or when Pokemon Go, one of the most played games around the world, is recognized to be an eSports game, in-game spendings for Pokemon Go will also be increasing gradually. With the next generation, it wouldn’t be a false projection to predict that the percentage of online gaming and paying gamers are likely to increase significantly in Turkey, in the years to come. This means that an opportunity presents itself for the brands who want to engage with their consumers. We can see some of the major brands whose focus is on technology and/or on the youth segment, are already aiming for this domain. Above all, it is obvious that more brands will want to take part in the field of eSports in a wide array of ways, especially if becoming a part of the Olympic Games happens.

We’re telling you...just so you know!

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Türklerin AIRBNB Misafirperverliğiyle İmtihanı!

For English Please Click

Tatil, iş seyahati, yeni yerler keşfetmek, bulunduğun yerden uzaklaşmak kulağa hoş gelse bile bunlar birçok soruyu da beraberinde getiriyor. “Nerede kalacağım?”, “Güvenilir bir yer mi?”, “Çok turistik de olmasa?”, “Aman pahalı olmasın!”, “İçinde rahat eder miyim acaba?” vb...

İşte tam bu noktada kilitli kapıyı açan anahtarımız Airbnb imdadımıza yetişiyor. Nedir yahu bu Airbnb diye merak edenler için kısaca: Airbnb, evi olan insanların pansiyonculuk mantığıyla evin bir kısmını ya da tamamını kiraya vermesi prensibine dayanıyor. Böylece ziyaretçiler gezdikleri şehre çok daha rahat adapte olabiliyor ve şehrin ambiyansını bir turist gibi değil, âdeta oranın yerlisiymiş gibi deneyimlemekten de geri kalmıyorlar.

Airbnb’deki birçok konaklama alternatifi, şu anda 3 yıldızlı otellerden çok daha şık ve konforlu. Ev sahipleri, ihtiyacınız olabilecek pek çok şeyi düşünerek size tüm konforu sağlıyor. Buna hoş geldin ikramlarından tutun da, şehirdeki en iyi gezi planı bile dahil! Üstelik bu konfor maliyetli de değil, bilakis diğer seçeneklere göre daha avantajlı. Özellikle de yurt dışı konaklamalarında...

Airbnb dünyada öyle bir yükselişe geçti ki, artık insanların sahibi olmasalar bile yaşadıkları evi ve/veya bir odasını kiraya verebildikleri yeni bir kazanç kapısı haline dönüşmüş durumda. Daha önce Meksika tatilinde de Airbnb’yi tercih etmiş olan Gwyneth Paltrow’un, geçtiğimiz Haziran ayında Cannes’da konakladığı villayı Airbnb üzerinden kiralamış olması, markanın popülerliğini iyice artırdı. Ad Age geçtiğimiz ay yayınladığı makalesinde özellikle bu sene Cannes’da, 13.000’den fazla kişiye ev sahipliği yapan festival yüzünden otellerin dolduğundan ve Airbnb’nin gittikçe daha çok tercih edilen bir konaklama tercihi olduğundan bahsediyor. Geceliği 10.000 Dolar’ın üzerinde lüks villalardan, 40 Dolar’lık odacıklara kadar envai çeşit seçenek sunan hizmet, dolan oteller yüzünden açıkta kalacak birçok festival katılımcısına kucak açtı.

Mottosu “Belong anywhere” olan markanın en kilit duygusu misafirperverlik ve yerellik. Buna uygun bir şekilde, onlarca yıllık ambargodan sonra Küba’da iş yapan ilk Amerikan şirketi olması da dikkat çekiyor.

Airbnb’nin en dikkat çeken özelliği, tamamen sizin belirlediğiniz şartlarda bir konaklama imkânı sağlayabiliyor olması. Tarih aralığı ve lokasyon gibi hijyen faktörlerinin yanı sıra; bütün bir daire ya da yalnızca bir oda kiralayabilmekten tutun da, toplu taşımaya uzaklık, otopark, klima, internet bağlantısı, saç kurutma makinesi gibi minik ayrıntılara kadar daraltılabilen bir arama sistemine sahip. Bu kişiselleştirme markanın DNA’sına o derece işlemiş ki, son dönemde Airbnb logosunu bile arzu ettiğiniz gibi dönüştürerek tamamen zevkinize göre değiştirmeniz mümkün!

Biz de hazır tatil dönemi gelmişken, herkes nereye gidelim, nerede kalalım diye konuşurken, tüketicilerin Airbnb ile ilgili düşüncelerini öğrenmek istedik. Araştırmamızı İstanbul’da yaşayan 18-45 yaş arası, ABC1 SES gruplarından 300 kadın-erkek ile gerçekleştirdik. İlk olarak tüketicilerin genel tatil alışkanlıklarını sorguladık:

Araştırmamıza katılan görüşmecilerden %96’sı, yurt içinde tatile gittiğini belirtti.
Yurt dışında tatile çıktığını söyleyenlerin ise sadece %11’de kaldığını gördük.
Görüşmecilerin yarısı senede bir kez tatile çıkarken, %33’lük bölümü yılda iki-üç kez, %7’lik bir kesim yılda dört-beş kez, %4 ise yılda beş kereden fazla tatile çıktığını belirtti.
Her 10 kişiden 4’ü tatile ailesiyle çıkıyor.
Sevgilisi/eşiyle tatile çıkanların oranı ise %17. Bu kişiler daha çok 25-34 yaş aralığında yer alıyor.
Kendi başına ve/veya arkadaşlarıyla tatile çıkan %40’lık kesimin büyük bir bölümü ise bekâr.

Yurt içi tatillerinde çoğunlukla otel konaklaması tercih ediliyor. Otelleri, pansiyon ve hosteller takip ediyor. Kiralık evde konaklama, bir tanıdık veya aile yanında kalma tercihleri ise üçüncü sırada yer alıyor. Yurt dışı tatillerindeki konaklama tercihleri de yine benzer şekilde seyrediyor. En çok oteller tercih edilirken, bunu kiralık ev, pansiyon/hostel ile arkadaş veya aile yanı takip ediyor.
Tatil için konaklama seçeneklerine bakanların %52’si, “maliyet/bütçe” kriterini göz önünde bulundurarak karar veriyor. “Şehir merkezine uzaklık” ikincil kriter olurken, “puan/yıldız sayısı” ise üçüncül kriter olarak karşımıza çıkıyor. Bunların dışında “denize yakın olması” da önemli etkenler arasında yer alıyor.

Araştırmanın Airbnb odaklı bölümlerine geldiğimizde ise, Airbnb’yi her 10 kişiden yalnızca 1 kişinin duyduğunu görüyoruz. Bilenlerin çoğu da arkadaşlarından veya internetten duyduğunu söylüyor.
Airbnb’yi kullananlar ise, bilenlerin yalnızca %36’sını oluşturuyor. Yurt içi ve yurt dışı kullanım oranlarının yüzdesi aynı. Airbnb’yi duyup da kullanmayanların büyük çoğunluğu, kullanmama nedeni olarak “ihtiyaç duymadıklarını” ifade ediyor.

Airbnb kullanan küçük kitleye en önemli kullanma nedenlerini sorduğumuzda ise, %100’ünden “otellere göre daha uygun fiyatlı olabilmesi” cevabını aldık. Diğer tercih nedenleri ise, “güvenilir olması” ve “otellere göre daha samimi bir ortam sunması” olarak sıralanıyor. Kullanıcıların en beğendiği özellikler arasında, Airbnb’nin “istenilen yerde, istenilen koşullarda kalabilme” imkânı sunma özelliği yer alıyor.

Airbnb’yi daha önce duymamış olanlara platform hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra düşüncelerini sorduğumuzda, konseptin genel olarak beğenildiğini gördük. Airbnb’nin, hakkında bilgi alan görüşmecilerde, genel olarak merak ve ilgi uyandırdığını söyleyebiliriz. (“Yurt dışı tatilleri için maddi olanaklar kısıtlıysa  güzel olabilir.” “İyiymiş aslında, tatil için kendi aradığın ortamı bulabiliyorsun, güzel bir uygulama.”).

Airbnb hakkında bilgi verildikten sonra kullanmayı düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda ise, görüşmecilerin %53’ü kullanmayı düşüneceğini, %47’si ise kullanmayı düşünmeyeceğini söyledi.
Kullanmayı düşünmelerinde en etkili özelliğin “fiyatların daha uygun olabilmesi” olduğunu gördük. Ardından “güvenilir olması”, “geleneksel ev deneyimi yaşatması”, “evin tamamının kiralanabiliyor olması”, “otellere göre daha samimi olması” sıralanıyor. Kullanmayı düşünmelerini sağlayan diğer özellikler arasında “bol seçenek sunması” ve “190 ülkede faaliyet göstermesi” yer alıyor.

Kullanmayı düşünmeyenlerin büyük bir bölümü, “yazlıkları olduğu için böyle bir uygulamaya ihtiyaç duymadıklarını” belirtti. Başka bir kesim ise “böyle bir sisteme güvenemeyeceklerini” söyledi. Bunun yanında, “tatile rahatlamak için giden ve tatildeyken özellikle yemek işleriyle uğraşmak istemeyenler” de Airbnb uygulamasını kendileri için uygun görmüyor.

Airbnb kullanıcıları, daha önce bu platform aracılığıyla konakladıkları lokasyonlar hakkında puanlama ve yorum yaparak, diğer kullanıcıların detaylı ve objektif bilgi almasını sağlayabiliyorlar. Airbnb web sitesindeki kullanıcı yorumlarının güvenliği sağlamak için yeterli olup olmadığı sorulduğunda, %75’lik kesimin bu güvenlik yöntemini yeterli bulduğunu görüyoruz. Bu yöntemi yeterince güvenilir bulmayanlar ise, Airbnb’nin “daha çok tanıtım ve reklam yaparak” bu güveni kazanabileceğini düşünüyor. Bunun yanında, kamera sistemi gibi ek güvenlik önlemleri sayesinde bu platformun “daha güvenli” hale getirilebileceği düşünülüyor.

Araştırma sonuçlarına bakınca görüyoruz ki, Airbnb halen Türkiye’deki potansiyel kullanıcıları nezdinde “güvenlik algısı” bariyerlerini aşamamış. Ülkemizde seyahat amacıyla yurt dışına çıkma oranının, genele bakıldığında, pek yüksek olmaması nedeniyle ve yurt içinde genellikle yazlık, otel, pansiyon gibi seçenekler tercih edildiğinden, Airbnb’yi kullanma motivasyonu belirgin bir şekilde oluşmamış. Üstelik tatile çıkma motivasyonu, aynı zamanda ev işlerinden uzaklaşma ve “birilerinin size hizmet etmesi” beklentilerini de barındırdığından, görünen o ki, tatile gitmek ve otelde konaklamak, birbiriyle içiçe geçmiş kavramlar. Dolayısıyla bir kısım tüketiciye hâlâ, tatile gidip “evde kalma” ve “ev işi yapma” fikri pek de cazip gelmiyor.

Airbnb kullanma fikri, düşüncede insanlara hoş gelse de, henüz Türk halkı için “kısa süreli de olsa bir yabancının evinde kalmak”, otelde konaklamak yerine ev kiralamak, tam olarak davranışa kodlanabilmiş değil. Tüm bu bariyerleri aşabilmek için Airbnb’nin Türkiye’de biraz daha zamana ve davranışı değiştirme odaklı iletişim çözümlerine ihtiyacı var gibi gözüküyor.

Turks & AIRBNB Kind Of Hospitality

Vacation, business trip, discovering new horizons or just getting away for a breather... Although these all sound appealing, the idea of travelling brings along several concerns. “Where shall I stay?”, “Is it a safe place?”, “Hope it is not an overly touristic one!”, “Not too expensive please!”, “Will I be comfortable?”, etc...

At this very point, Airbnb appears as a lifesaver to untangle the gridlock. For those of you who wonder what Airbnb is all about, it is a system based on the simple principle of sublet. In a nutshell, you sublet your house or a part of it to visitors coming to your hometown. This way, travellers can adapt more easily to the town they visit, and enjoy experiencing its ambiance not as a tourist but as a local instead.

The selection of accommodations listed on Airbnb is way more comfortable and more elegant than many three star hotels. Foreseeing your needs, all kinds of details aimed at your convenience are provided by your landlord/landlady including a welcome treat or the best itinerary options in town. Besides, contrary to other options, such comfort is not costly at all. Airbnb, especially in terms of overseas accommodations, is a lot more favorable.

Airbnb is a globally rising value and has now become a source of income for many people who sublet their whole house or part of it - even if they don’t own it themselves. The popularity of the brand has widely increased by way of Gwyneth Paltrow renting a villa in Cannes via Airbnb last June, who also preferred Airbnb for her previous vacation in Mexico. Ad Age, in an article published last month, addresses the fact that Airbnb has become a more and more favorable choice of accommodation in Cannes with the festival hosting more than 13,000 people this year. Airbnb embraced a major turnout of festival attendees who might be left out in the cold because of the vast occupancy of the hotels, offering a wide range of options from $10,000 luxury villas to $40 tiny rooms per night.
The key sentiments of the brand, the motto of which is “Belong anywhere”, are hospitality and locality. Remarkably enough, Airbnb is the first US firm to do business in Cuba after decades of embargoe.

Airbnb’s most distinctive feature is that it allows you to specify and customize the conditions of your accommodation. In addition to the hygiene factors such as date range and location, the search engine can also narrow your search to the very specifics; from whether or not you want to rent the whole flat or just a room, to proximity to public transit, parking lot, air conditioning, wi-fi connection, blow dryer, and such... Individualization is so engraved in the DNA of the brand that recently it has even become possible for you to customize the logo to your liking.

Well, now that the holiday season has come and people are mostly preoccupied wondering where to go or where to stay for their vacations, we wanted to find out how consumers felt and thought about Airbnb. The research we conducted comprised of 300 men and women 18-45 years of age, who live in Istanbul and belong to ABC1 SES. First of all, we questioned their vacation habits :

96% of the participants stated that they went on domestic vacations.
People who said they prefer to go overseas were only 11%.
Half of the interviewees said that they go on a vacation once a year; 33% two-three times; 7% four-five times and 4% more than five times.
Every 4 individuals out of 10 go on a vacation with their family.
17% go on a vacation with their spouse/girlfriend/boyfriend. Those fall into the age group of 25-34.
40% of those who go solo or with friends are mostly single.

Domestically, hotel accommodations are preferred the most in general. Bed&Breakfasts and hostels are secondary choices. Renting or staying at friends’ or families’ summer houses as guests appear as the third choice for a vacation. Overseas vacationers also tend to follow a similar sorting. Hotels are the most preferred option, followed by renting houses, bed and breakfasts/hostels and staying at family or friends’ houses.

52% of those who review accommodation options for vacation make decisions taking the “cost/budget” criterion into consideration. While “location and distance from downtown” is the secondary criterion, “points/stars” is the third. Apart from these, “proximity to the sea” is one of the considerable factors.

When we come to the sections of the research focused on Airbnb, we see that only 1 out of 10 people has ever heard of Airbnb. Most of those who know say that they have either heard about it from friends or on the internet.

Those who use Airbnb make up only 36% of those familiar with Airbnb. Domestic and overseas have the same percentage of usage. Majority of those who have heard about Airbnb but don’t use it gives not needing the services as the reason why.

When we asked the small audience using Airbnb about the main reason why they prefer Airbnb, the answer was the relatively lower cost of services in contrast to the hotels. Among other reasons of preference are “being trustworthy” and “providing a cosier environment with respect to the hotels”. Among the features that are liked the most by the users is its ability to arrange an accommodation “anywhere and under preferred conditions”.

When we asked about their opinions to those who have never heard of Airbnb upon briefing them on the platform, we found that the concept was highly regarded. It’s fair to say that Airbnb aroused curiosity and interest in the interviewees broadly after they were informed about it. (“This could be very useful if you’re going abroad and the financial means are limited!” “It’s a good one, actually. You can find the ambience you’re seeking for in a vacation. It’s a good application.”)
After being informed on Airbnb, 53% of the interviewees stated that they would consider using Airbnb in the future, while the remaining 47% said they would not.

We found that “affordability” is the most effective reason to make them consider using Airbnb. “Trustworthiness”, “facilitating a traditional home experience”, “being able to rent the whole residence” and “being cosier than a hotel room” are the other reasons. “Offering a wide span of alternatives” and “operating in 190 countries” are among the other reasons why these people consider benefiting from Airbnb in the future.

Majority of those who wouldn’t consider using Airbnb indicated that “as they already have a summer house they won’t be needing such a service”. Some said that “they would ‘not’ trust such a system”. Not to mention those “who go to a vacation to relax and do nothing, least of all cook” do not consider this system as a good fit for them.

Airbnb users supply other users with unbiased and detailed information by giving ratings and exchanging comments on the locations they have lodged in. When asked if the user comments on the Airbnb web site suffice to ensure safety, 75% responded affirmatively. Others who think otherwise state that with “publicity and advertisement” Airbnb can earn their trust. Additional safety precautions such as camera surveillances are thought to be helpful for the platform to become “more trustable”.

This research demonstrates that in the eyes of the potential users in Turkey, Airbnb is yet to overcome the “perception of safety” barrier. Clearly, in our country a motivation to use Airbnb has not developed yet. This may be due to the rate of travelling abroad being notably low compared to global tendency and people mostly preferring summer houses, hotels and bed and breakfasts when going on domestic vacations. And what’s more, because the idea of a vacation involves “getting away from domestic responsibilities” and ”expecting other people to attend to them”, going to a vacation and staying in a hotel are the two notions apparently intertwined together. So, according to a certain group of consumers the idea of staying at a house and doing housework during a vacation is not attractive at all.

Airbnb is appealing in theory, but for most of the Turkish people “staying in a stranger’s house, even for a short while” or subletting a house instead of staying in a hotel are not coded in their behaviour, yet. In order to be able to overcome these barriers, it seems that, Airbnb still needs more time and communications solutions focused on changing behaviour.

21 Haziran 2016 Salı

Kahraman Bakkal Getir’e Karşı!

For English Please Click

“Getir de getirelim” sloganıyla çıkan, akıllı telefonlar üzerinden sipariş olanağı tanıyan Getir, son zamanların en hızlı yükselişe geçen markası oldu. Getir, uygulama üzerinden verilen siparişleri dakikalar içerisinde tüketiciye teslim ederek şehir hayatına uygun bir hizmet sağlıyor.

Getir uygulaması üzerinden sipariş verilebilecekler arasında yiyecek-içecek ürünleri, kişisel bakım ürünleri, teknolojik ürünler ve farklı kategorilerden daha birçok ürün bulunuyor. Uygulama, ürün çeşitliliği ve servis hızı nedeniyle özellikle şehirli tüketicilerin kolaylık arayışına çözüm sunarak piyasadaki boşluğu dolduruyor. Şehirlilerin yoğun çalışma saatleri, şehrin karmaşasından ya da trafikten kaçma arzuları veya tek bir parça için dışarı çıkmak istememeleri, Getir uygulamasını şehir yaşamı için uygun bir uygulama yapıyor.

İlk çıkışından beri büyük ölçekte WOM yaratarak büyüyen marka, iletişimiyle de uzunca bir süre etrafımızdaki billboard’lardaydı. Sosyal medyadaki tepkilere bakınca, tüketicinin servis hızından, kuryelerin güler yüzlülüğünden ve ürünlerin sunumundan memnun kaldığını gördük. Bunun yanı sıra, yapılan kampanyalardan yararlanıp memnun kalan müşteri sayısı da oldukça yüksekti.

Bu yüzden bu ay Getir uygulamasının tüketicideki algısını ve kullanım amaçlarını daha iyi anlamak amacıyla bir araştırma gerçekleştirdik. Araştırmamız İstanbul ilinde ikamet eden, 16-45 yaş aralığında, ABC1C2 SES gruplarından, akıllı telefon sahibi, uygulama kullanan, online alışveriş yapan 200 kadın ve erkek ile gerçekleştirildi.

Araştırmamıza katılanlar arasında Getir uygulamasını duyanların oranının %34 olduğunu gördük. Uygulamayı duyanlar arasında 19-34 yaş grubundakilerin oranı, 35-45 yaş grubuna kıyasla daha fazla. Uygulamadan haberdar olanların nasıl haberdar oldukları sorulduğunda ise en fazla alınan cevap TV reklamları yoluyla (%35) oldu. Bunun hemen ardından %28 ile arkadaş çevresi ve %16 ile internet geldi.

Getir uygulamasını kullananlar, uygulamayı duyanların %16’sını oluşturuyor. Araştırmamıza katılanlar arasında uygulamayı duyanların neden uygulamayı kullanmadıklarını sorduğumuzda alınan cevap yine alışkanlıklarımızda yatıyor:

Hala bakkal ve marketlere gitme alışkanlığımız var. 10 tüketiciden 6’sı bu uygulamaya “ihtiyacı olmadığını” söylemiş.
Online alışverişte hala kırılması gereken bariyerlerimiz var: %18’lik bir kesim internetten alışverişi güvenli bulmuyor.
Diğer bir kullanmama sebebi, markanın ilerleyen zamanlarda operasyonu ile çözebileceği ulaşılabilirlik nedeni: %12’lik bir kesim, “bulundukları yere teslimat olmadığından dolayı uygulamayı kullanamadığını” belirtmiş.

Kullanma nedenlerine baktığımızda ise en sık verilen cevap “7/24 hizmet sunması” (%55). Bu nedeni takip eden diğerleri şöyle: “Pratik olması/elimin altında olması” (%45), “markete gitmeme gerek kalmaması” (%45), “zaman kazandırması” (%27) ve “acil durumlarda kurtarması” (%18).
Uygulama üzerinden en çok satın alınan ürünlerin hangileri olduğunu sorguladığımızda, en sıklıkla yiyecek, içecek kozmetik ürünleri, temizlik ürünleri ve dondurma ile karşılaşıyoruz. Uygulama üzerinde olmasını isteyecekleri başka ürünler arasında da en çok dondurma çeşitleri, bebek maması, et ve tavuk çeşitleri belirtilmiş.

Getir uygulamasının en çok kullanılan zaman dilimleri sorulduğunda, frekansın %64’ü akşam saatlerinden (17.00-24.00) elde ediliyor. Bunu %18’lik bir oran ile gece 12’den sabah 6’ya kadar olan süre takip ediyor.

Daha önce Getir uygulamasını duymayanlara, uygulamanın açıklaması okunup ne düşündükleri sorulduğunda, %42’si “güzel bir uygulama” olduğunu düşündüklerini, %28’i de kullanmayı düşüneceğini söylemiş. Kullanmayı düşünme nedenleri için %38’lik bir kesim “pratik olmasını” belirtirken, %32’lik bir kesim “7/24 hizmet sunmasını”, %30 ise “zaman kazandırmasını” belirtmiş.
“Ürünün nerede olduğunun takip edilebilir olmasının” tüketicide önemli ölçüde güven duygusu yarattığını gözlemledik. Marka, iletişiminde bu fonksiyonel faydasını vurgulamaya devam edebilir.
Şehirleşme (urbanization) trendiyle şehirlerde km2 başına düşen insan sayısının artacağını ve zincir marketlerin her mahallede olamayışının kendini güncel tutan bakkallara gün doğuracağını söyleyebiliriz. Dolayısıyla tüketicinin tutumu, hala bakkaldan alışveriş etmek konusunda baki kalacak.

Bir yandan da yaşadığımız dijital çağın bir getirisi olarak, Getir.com gibi markalar hayatımıza girmeye ve bizlere kolaylık sağlamaya devam edecek. Üstelik Getir.com pratikliğiyle, evinde depolama yapmak yerine günlük alışveriş yapan ve bunun için mahalle bakkalını seçen kitlenin tutumuna dokunmadan davranışını değiştirmeye aday.

Araştırma sonuçlarına göre Getir.com, ürün çeşitliliği ve kurye sayısının artırılması gibi gerekli iyileştirmeler yapıldığı takdirde, daha fazla ilgi görme kapasitesine sahip. Uygulamanın tercih edilmesindeki sebeplere bakılacak olursa, İstanbul’daki ağ oturduktan sonra Ankara ve İzmir gibi büyük illerde de faaliyet göstermek markaya başarı getirecek.

Gelecekte Getir.com gibi, tutuma odaklanmadan davranış değiştiren ürünler, kanallar görmeye devam edeceğiz.

Ma and Pa Shop Against Getir!

Getir, enabling orders via smart phones, launched with the slogan “Say getir and we’ll get it there” and it is recently one of the fastest rising brands. Getir provides a service fit for urban life by delivering the orders placed via the app within minutes to the consumer.

Among the products which can be ordered via the Getir app are food and beverages, personal care products, technology products, and many others from various categories. The app fills the gap in the market by addressing the urban consumer’s search for convenience with the variety of its products and speed of service. The urbanites’ busy working hours, their wish to escape the city’s chaos or the traffic as well as the fact that they do not want to step out just to purchase one  item, makes the Getir app appropriate for the urban life.

Since its launch, the brand has grown creating large WOM and was also on billboards for a while with its communication. When we looked at the reactions in social media, we saw that the consumers were pleased with the speed of service, the amiability of the couriers, and with the way products are offered. In addition, the number of clients who benefited from the running campaigns and were satisfied, was quite high.

That is why this month, we conducted research to better understand the perception of the Getir app by the consumer and the usage goals. Our research was held with 200 men and women who reside in Istanbul, aged between 16-45, from ABC1C2 SES groups, who use smart phones and apps, and who shop online.

Among the participants of our research, the percentage of those who had heard about the Getir app was 34%. Among those who heard about the app, the percentage of the 19-34 age group was higher than the 35-45 group. When we asked those who have heard about the app how they have heard about it, the most common answer was via TV ads (35%). This was closely followed by via the circle of friends (28%) and the internet (16%).

Those who use the Getir app, make 16% of those who have heard about it. When the participants who have heard about the app were asked why they do not use it, the answers again lie with our habits:

We still have the habit of going to ma and pa shops and supermarkets. Six out of ten consumers have stated that they “do not need this app”.

We still have barriers to overcome about online shopping: According to 18%, shopping on the internet is not safe.

Another reason to not use the app is the reach problem that the brand can resolve through its operations moving forward: 12% of the participants have stated that they do not use the app “since there is no delivery to where they are”.

When we look at the reasons for using the app, the most common answer is the “7/24 service provided” (55%). Here are the reasons that follow: “It’s practical/at my fingertips” (45%), “no need left to go to the supermarket” (45%), “helps gain time” (27%), “saves you in urgent situations” (18%).

When we question which products were purchased the most, we come across food, beverages, cosmetic products, cleaning products, and ice cream the most. Among the products that they would most like to see on the app are ice cream varieties, baby food, meat and chicken varieties.
When the most frequented time slots of the Getir app were questioned, we found that 64% of the frequency is obtained during evening hours (5:00pm-12:00am). Between 12:00am and 6:00am in the morning follows with a frequency rate of 18%.

When we read the description of the app to those who have not heard about the Getir app before and asked them what they think, 42% said they think it is “a nice app” and 28% said they are going to consider using it. When asked for the reason to consider usage, 38% mentioned that it is “practical”, 32% mentioned that it “provides 7/24 service”, and 30% mentioned that it “helps gain time”.
We observed that “the traceability of the product’s location” creates a significant feeling of trust. The brand can continue to emphasize this functional benefit in its communication.

We can say that with the urbanization trend, the number of people living per square kilometer in cities will increase and the fact that supermarkets are not in every neighborhood, will give way to those ma and pa shops that stay abreast of the trends. Therefore the consumer’s attitude will remain the same in terms of still shopping from the ma and pa shops.

On the other hand, as a novelty of the digital age we are in, brands like Getir.com will continue to enter our lives and provide us with convenience. Moreover, Getir.com is a candidate for changing the behaviour of the group that shops daily instead of storing goods at home and that chooses the neighbourhood shop to do this, without touching their attitudes.

According to the results of the research, Getir.com has the capacity for more interest if improvements like increasing the product range and the number of couriers, are made. Looking at the reasons why the app is preferred, operating in big cities like Ankara and Izmir will benefit the brand once the Istanbul network is established.

In the future, we will continue to see channels such as Getir.com, that change behaviors without focusing on the attitude.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Yeni Bir Okazyon: Türkler Pilavini Tonlar Mi?

For English Please Click

Hızlı tüketim ürünleri sektörü karmaşıklığı sever. Bu sektör çalışanları için ürün portfolyosuna eklenen her yeni ürün, satışları artırmak için fırsat demektir. Bu fırsat, bazen de var olan ürünler için yeni tüketim okazyonlarının yaratılmasıyla ortaya çıkar. Markalar, yeni ürünlerle veya tüketim okazyonları ile, var olan tüketicilerini kendilerine daha fazla bağlayabilir veya yeni tüketicileri markaya yakınlaştırabilirler.

Bir marka için her yeni ürün veya tüketim okazyonu, aynı zamanda yeni bir pazarlama fırsatıdır. Bu yüzden markalar, zaman zaman bilindik ürünlerinin bile varyasyonlarını yaratırlar. Öne çıkmak ve farklılaşmak için kendilerini tüketiciye lezzet, koku, doku, paket veya renk değişikliğiyle hatırlatırlar. Bu değişiklik bazen İçim’in Pasifik sodalı ayran örneğinde olduğu gibi geleneksel alışkanlıkları zorlayan içeriklerle de yaratılır. Nihayetinde ölmeye mahkum bile olsa, portfolyoya eklenen her yeni ürün, markalar tarafından inovasyonu ve teknolojiyi vurgulayacak bir pazarlama aracı olarak kullanılır.

Yeni tüketim okazyonları yaratmak, yeni ürün yaratmak kadar etkili bir pazarlama aracı olabilir. Belirli bir ürün için yaratılan, iyi test edilmiş tüketim okazyonları, doğru pazarlandığı takdirde tüketici davranışına dönüşebilir. Yine bu okazyonlar, geleneksel alışkanlıkları zorlayacak şekilde kurgulanırsa merak uyandırarak raf çekişini artırabilir. Markanın tüketici zihninde hatırlanır olmasını sağlayabilir.

Peki Türkiye’de tüketicinin geleneksel alışkanlığının dışında yaratılan tüketim okazyonları, ne ölçüde merak uyandırıyor?

Dardanel Ton’un uzun süredir etrafta gördüğümüz ve reklam müziğini bolca duyduğumuz “Pilavını Tonla” kampanyası görür görmez bizi yakaladı. Pilav ile tüketilmesine alışık olunmayan bir ürünün her yerde pilavla tüketilmesini teşvik etmenin Türk tüketicisinde nasıl bir etki yarattığını merak ettik. Etrafımızda reklamı görenlerin yorumlarını duymuş, sosyal medya yorumlarını okumuştuk ama daha kapsamlı bir araştırma yapmak istedik. İstanbul, Ankara, İzmir illerinde yaşayan, 16-45 yaş arasında, ABC1C2D SES gruplarından 206 kadın-erkek tüketiciye “Pilavını Tonla” kampanyasını sorduk.

Görüştüğümüz 206 tüketicinin %62’si hali hazırda ton balığı tüketiyordu. Ton balığını tüketenlere nasıl tükettiklerini sorduğumuzda, çoğunluk (%67) “salata içinde tüketiyorum” derken, ikincil olarak tek başına tüketenler (%43), daha sonra da makarna ile tükettiğini (%26) belirtenler geldi. Sorgulama yapılmadan ton balığını, pilav ile tükettiğini söyleyenlerin oranı ise %2’ydi. Yani tüketicinin ton balıklı tüketim algı setinde pilav okazyonunun olmadığını söyleyebiliriz.

“Pilavını Tonla” reklamını sorguladığımızda, tüketicilerin sadece %26’sının reklamı gördüğünü/duyduğunu gözlemledik. Reklamı görenlere, gördükten sonra ton balığını pilavla denemeyi düşünüp düşünmediklerini sorduğumuzda, %11’i pilav ile denediğini; %3’ü denemeyi düşündüğünü ama denemediğini; %87’si ise denemediğini söyledi.

Normalde ton balığı yemeyen kişilere bu reklamdan sonra ton balığı yemeyi düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda bu 77 kişinin %27’si düşündüğünü belirtti.

Tüketicilere kampanya hakkında ne düşündükleri sorulduğunda, kampanyaya tepkilerin genel olarak olumlu olduğunu gördük. Tüketicilerin 4’te 1’i sunulan kombinasyonun güzel/yenilebilir olduğunu söyledi (“Olabilir. Sonuçta pilav yerel, bize özgün bir şey. Güzel olur diye düşünüyorum”). %10’u ise pilavla balığı yakıştıramadığını belirtti. %9’u ise bu fikri beğenmedi (“Yemek kültürüne uygun olmadığını düşünüyorum, çekici gelmedi”, “Pek uyacağını zannetmiyorum. Pilavla balığı pek uyduramıyorum, Japon mutfağı gibi olmuş bence”).

Araştırmada tüketicinin fikri ne kadar beğendiğinin veya yakıştırdığının yanı sıra sorgulamak istediğimiz bir konu da, önerilen yeni kullanım alanının düşündürtüyor ve konuşturuyor olması oldu. Bu durum irdelendiğinde, her ne kadar polarize düşünceler taşısalar da katılımcıların  kulaklarının yeni önerilere açık olduğunu gözlemledik. Normalde makarna ile tüketilmesine alışılmış bir ürünün pilav ile tüketiminin teşvik edilmesi hakkında ne düşünüldüğü sorulduğunda, katılımcıların %34’ü markaların değişik tatlar önermesinin iyi olduğunu; %13’ü insanların yenilik istediğini, bu nedenle yeni kombinasyonlar önerilmesi gerektiğini; %10’u da farklı tatların farklı damak zevklerine hitap edebilmek için önerilmesi gerektiğini söyledi.

Araştırma sonuçlarına bakarak söyleyebiliriz ki, Türk tüketicisi, tat gibi yoruma açık bir mevzuda bile ikna edilmeye hazır. Markalar, polarizasyon doğurabilecek ne kadar yeni okazyon yaratırsa, tüketicileri yeni okazyonu denemeye o kadar teşvik ettirebilir. Ne istediğini bilmek tüketicinin işi değil, ama markaların yeni alanlar yaratmaktaki cesur hareketleri, marka hakkında konuşulmasını sağlıyor. Dardanel Ton yeni alanlara girme cesareti gösterirse, ürünün uzun vadede alışagelmiş olduğumuz kullanım alanlarından daha geniş bir alana yayılacağı ve frekansını artıracağı apaçık ortada.

A New Occasion: Will The Turks Tuna Their Rice?

The fast moving consumer goods industry likes chaos. For the industry professionals, each product that is newly added to the product portfolio presents an opportunity to increase sales. Such an opportunity sometimes emerges by the mere fact that new consumption occasions are created for existing products. Brands can further engage their existing consumers to themselves or draw new ones closer to their brand through new products or new occasions for consumption.

A new product or a new consumption occasion is also a new marketing opportunity for a brand. For that reason, sometimes brands do create variations of even their familiar products. They evoke themselves in the consumers’ mind with variations in flavor, scent, texture, packaging or color, in order to distinguish and differentiate themselves. Such variations can sometimes be created by challenging traditional practices, just as in the case of Pasifik, the fizzy ayran [ayran with sparkling mineral water] by İçim. Each new product added to the portfolio, even though it is one that will eventually cease to exist, is leveraged as a marketing tool by the brands to promote innovation and technology.

Creating new occasions for consumption can be as efficient a tool as developing a new product. Well-tested consumption occasions created for a specific product might grow into consumer behavior, if marketed properly. These very same occasions, if devised in a way that challenges traditional practices, might increase shelf appeal by arousing interest. They can render the brand to be memorable in the consumers’ mind.

Then, to what extent do the consumption occasions that fall outside of the consumers’ traditional practices in Turkey evoke interest?

The “Tuna your Rice” campaign by Dardanel we have been seeing around for quite some time and the jingle of which we have been hearing a lot, has captured us in an instant. We were curious about how encouraging consumption of a specific product, that which is not customarily consumed together with rice, [to be consumed] together with rice everywhere would affect Turkish consumers. We had been hearing the comments of people around us and reading reviews on the social media but we wanted to conduct a thorough research on the subject matter. We have asked about the “Tuna your Rice” campaign to a total of 206 female and male consumers, 16-45 years of age, from ABC1C2D socio economical statuses, living in Istanbul, Ankara and Izmir.

62% of the 206 consumers we interviewed were already in the habit of consuming tuna. When we asked about their ways of consumption, the majority (67%) said they were “consuming tuna within salads”, secondarily, 43% said they were “eating tuna on its own” and then came the consumers who “ate it together with pasta” (26%). The percentage of consumers who said that they were consuming it together with rice without being asked specifically about it, was 2%. Thus, it could be argued that rice does not constitute an occasion within the perception set of tuna consumption.

When we asked about the “Tuna your Rice” advertisements, we have found that only 26% of the consumers have seen/heard them. When we asked the ones who had seen the ads, whether they had considered trying to eat tuna together with rice after seeing the ads, 11% said that they had tried it with rice, 3% said that they had considered trying it with rice but that they have not done so, yet and 87% said that they did not try to consume it with rice.

When we asked the 77 consumers who do not commonly eat tuna whether they had considered eating tuna upon seeing the ads, 27% confirmed that they actually did.

When the consumers were asked about their opinions regarding the campaign, the overall response was generally positive. 1 out of every 4 consumers said that the combinations that were demonstrated were nice/edible (“It might work. In the end, rice is something local, something native to us. I believe it may be good.”). 10% said that they could not match it together with rice. 9% did not like the idea, at all (“I believe it is not relevant in terms of culinary customs, it does not appeal to me”, “I do not think it will be a good match. I can not imagine rice with fish, that is something that belongs to the Japanese cuisine”).

One other topic we wanted to research, apart from how much the consumers liked or embraced the idea, was the fact that new consumption occasions do arise interest and are taken into consideration or talked about. When we examined it thoroughly, we have observed that, even though they were polarized in their opinions, the participants were open to new propositions. When we asked how they felt about being encouraged to consume a product with rice - that they generally were accustomed to consuming with pasta – 34% of the participants said that it was good that the brands suggest new tastes, 13% said that people want novelties in their lives and hence new combinations should be suggested and 10% said that alternative tastes have to be introduced to appeal to different palates.
We can deduce from the results of the research that the Turkish consumers are ready to be persuaded even about something as debatable as taste. The more occasions the brands create that would beget polarization, the more successful they can be in getting the consumers to sample new occasions. It is not for the consumers to know what they want but the bold moves by the brands in creating new domains ensure that the brand is being talked about. If Dardanel Ton is bold enough to enter new domains, it is self-evident that in the long run, the product would penetrate into a wider domain than usual and increase its frequency.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Araştırmada Bilinçaltı Devrimi: ZMET

For English Please Click

Şirketler pazar araştırmalarına ayrılan onca bütçe ile tüketicilerin isteği doğrultusunda iletişim yapmasına rağmen, başarı elde eden marka sayısı hala az. Bu sorun, tüketicilerin bilinçli kararlar aldığını varsayarak onların neyi, neden ve nasıl satın aldıklarını arka plana atmaktan kaynaklanıyor.
Gerald Zaltman ve Jerry Olson, otuzun üzerinde ülkede her sektörden yüzü aşkın müşteri adına gerçekleştirilen 12.000 kadar derinlikli görüşmede, her ülkede en büyük sıklıkla rastlanan yedi derin metafor saptadı. Bu metaforlar etrafımızdaki dünyada algıladığımız şeyleri yorumlamamıza yardım ederler. Metaforlar sayesinde yeni bağlantılar görürüz, yaşadığımız olayları yorumlarız ve bu olaylardan anlamlar çıkarırız.  Bir değerlendirmeye göre, konuştuğumuz her dakikada yaklaşık altı metafor kullanıyoruz. Kültürel geçmiş, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, meslek, politik değerler, tüketici deneyimleri, başlıca inançlar, dinsel tercihler gibi hemen her konuda farklılık gösteren tüketiciler bu yedi metafor konusunda görüş birliği bildiriyorlar. Tüketici söylem analizine bakıldığında bu metaforlar evrensel olmakla birlikte, markalar açısından da en çok iletişim değerine sahip olanlar...
Peki bu metaforlar hangi motivasyondan besleniyor, nasıl anlamlara karşılık geliyor?

Denge bir fiziksel, psikolojik, ahlaki ya da sosyal denge durumunu tarif eder. Bu duruma yaklaştıkça bir denge duygusu yaşarız, uzaklaştıkça dengesizlik hissederiz. Bebekliğimizden itibaren var olan, en erken geliştirdiğimiz derin metafordur. Denge sabit bir hal değildir, akışkandır.

Dönüşüm, bir halden diğerine gerçek veya varsayılan bir değişimi içerir.

Yolculuk geçmiş, bugün ve gelecek duygumuz çoğu zaman birleşerek fiziksel, sosyal veya psikolojik bir deneyimi oluşturur. Yolculuk metaforu, insanların yaşam öykülerinin temelini oluşturduğundan, belli bir yolculuğun içerdiği temalara yeterince odaklanılırsa tüketicilerle daha başarılı etkileşimler geliştirilebilir.

Kap metaforu iki işlevlidir: Nesneleri içeride ve dışarıda turmak. Kap bizi koruyabilir de, içine kıstırabilir de; açılabilir de kapanabilir de; olumlu da olabilir, olumsuz da... Fiziksel, psikolojik ve sosyal durumları içerir.

Bağlantı ya da bağlantısızlık metaforu aidiyet veya dışlanma duygularını kapsar.

Kaynaklar, belli hallere ulaşmak veya bu durumları yeniden kurmak için kullanılan yetenek ya da kapasitelerdir. Kaynak, fiziksel (bir alet, kişi, örgüt, vs.) olabileceği gibi cisimsiz de (beceri, bilgi kümesi, vs.) de olabilir.

Kontrol, bizi etkileyen meselelere hakim olma isteğimizle ilgilidir.


ZMET PAZARLAMADAKİ BEŞ YANLIŞ DÜŞÜNCEYE İLİŞKİN NE DİYOR? 

Tüketiciler Sözle Düşünür 
İnsanlar düşüncelerini sadece sözlerle ifade etmez. Düşüncelerimizi iletmekte sözler elbette çok önemlidir ancak büyük resmi göstermezler. İnsanlar imgelerle düşünür ve kafalarında canlanan bu imgeleri tercüme edebilmek için ifadelere başvururlar. İnsanlar genel olarak kötü çevirmenler olduğu için bu aşamada birçok değeri içgörü kaybolabilir. ZMET, tüketicinin kendisini tercüme etmesine gerek bırakmaz, bilinçaltındaki duyguları açığa çıkarır.

Tüketiciler Bir Kavramla İlgili Tek Bir Yönde  Düşünürler 
Araştırma çoğu zaman bir duyguyu anlamlandırmaya çalışırken, suni keşifler yaparak bir duygunun anatomisini anlamak için gerekli çabayı göstermemekte... Bir duygunun anatomisi, kompleks pek çok nitelikten oluşur ve duygunun farklı durumlarda farklı anlamlara sahip olmasına izin verir. Örneğin, lider bir marka için yapılan, “sevincin” anlamıyla ilgili bir çalışma bu temel duygunun on beşten fazla unsurunu teşhis etmiştir.  ZMET, her bir kavramın üzey metaforlarını, tematik metaforları ve kök metaforlarını çıkarır. Bu üç katmanlı süreçte duygunun anatomisi keşfedilir.

Tüketiciler, Düşünme Şekillerini ve Davranışlarını Çok Kolay Açıklarlar
Düşünmenin %95’i bilinçaltında gerçekleşir. George Lowenstein der ki  “Bilinç,  aslında bir davranışı yönlendirmek veya kontrol etmekten ziyade, onun anlamını davranış gerçekleştikten sonra çözer.” Pazarlamacılar ise der ki duygular zaten bilinçaltındadıri, onları yüzeye çıkarmak yetenekli araştırmacıların görevidir.
Örneğin, neden  pahalı bir çikolata markasını tercih ettikleri sorulduğunda, insanlar empati duyup bu markayı arkadaşlarına hediye etmek için aldığını söyleyebilirler. Ancak gerçek çok farklıdır: Aslında insanların çoğu bu markayı kendi tüketimi için satın alır. Bunun suç ve sevinç içeren sebepleri normal bilinçli denetlemenin ötesindedir ve bu seviyede incelenebilmeleri için yetenekli bir moderatöre ihtiyaç vardır. ZMET, “Neden” sorusuna odaklanır ve Co-Creation yapar.

Tüketicilerin Zihinleri, Beyinleri ve Vücutları ile Çevrelerindeki Kültür ve Toplum, Birbirinden Bağımsız İncelenebilir. 
Tüketicilerin tecrübelerini düzgün bir şekilde ayırıp kutulayamazlar. Gerçekte tüketiciler hayatlarını üniversitelerin veya firmaların kendilerini organize ettiği gibi yaşamazlar. Tüketicileri anlamak için bu dört unsur arasındaki etkileşime odaklanılmalıdır. Örneğin tat testleri... Her kültürde birinci sınıf sayılan bir yemek başka kütür ortamında şiddetli fiziksel reaksiyonlara neden olabilir. ZMET, evrensel metaforlara dayanır ancak bir vaka ile ilgili farklı kültürlerin farklı kök metaforlara dayanabileceği gerçeği ile deşifre yapar.

Marka Mesajları Tüketicilere Aşılanabilir ve Tüketiciler Bu Mesajları Pazarlamacıların İfade Ettikleri Şekilde Yorumlar
Tüketicilerin zihni boş bir kağıt değildir. Pazarlamacılarsa bir reklamın yarattığı etkiyi öğrenmek için ilgili reklamı ne kadar hatırladıklarını ve beğenip beğenmediklerini sorar. Oysa ki tüketiciler ürün konseptleri, marka hikayeleri, marka bilgileriyle karşılaştıklarında bu mesajları aktif şekilde idrak etmez.  Bunun yerine markadan gelen bilgiyle kendi anımsamalarını, o anda etken uyarıcı sinyalleri ve akıllarına gelen metaforları karıştırıp kendi anlamlarını yaratırlar. ZMET, markaların öğretmeye çalıştıklarından ziyade duyguya ve bilinçaltına yatırım yapar. Anımsamaları deşifre edebilmek için dijital kolajlara, hikayelere, duyu analizlerine başvurur.

OLSON ZALTMAN DİREKTÖRÜ VE KEYNOTE SPEAKER ANDY ADIS, ZMET YAKLAŞIMI HAKKINDA NE DİYOR?

Kendimizi metaforlarla ifade ederiz. Örnek vermek gerekirse Arşimet der ki “Bana yeterince uzun bir kaldıraç ve sağlam bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım.” Burada önemli olan kaldıracın ve dayanak noktasının nasıl tasrif edildiğidir. Bunu araştırma dünyasına bağlayacak olursak araştırma da böyledir; araştırma kaynağınız sizin kaldıracınızdır, sağlam dayanak noktanız ise alacağınız güçlü içgörülerinizdir. Güçlü, sağlam, derinden içgörüler araştırmanın yeni sınırlarını belirliyor.

Rekabet avantajı, son 10 yılda şekil değiştirdi ve gelecek yıllarda daha da değişmeye devam edecek.

David Ogilivy’nin de dediği gibi “Birçok şirket, pazar araştırmalarını bir sarhoşun sokak lambasını kullanma amacıyla aynı kullanıyor; aydınlanmadan çok destek için.” Destek almak için araştırma yapmak zaruridir ama aynı zamanda tüketicilerle daha derinden ilişkiler kurmak için çok daha derin yöntemlere ihityacımız var. Kaynağınızın ne kadarını destek ne kadarını aydınlanma için harcıyorsunuz. Araştırma bütçenizin en az %20’si yeni aydınlanmalara yeni keşiflere açık olmalı...
Türkiye Rusya ve Bulgaristan’dan sonra Avrupa’da pazar araştırmaları anlamında hen hızlı gelişen üçüncü ülke... Bu büyük yatırımların gerçekten karşılığını almak için yüzeyselden ziyade derine inmek gerekiyor. Yetersiz data yoktur, yetersiz düşünme vardır. Yetersiz data, insan davranışını modası geçmiş yaklaşımlarla belirlemeye çalışmamızdan kaynaklanıyor.

Tüketiciler çoğunlukla  ne düşündüğünü bilmez, ZMET gizli düşünceleri ortaya çıkartmaya yarar.


OLSON ZALTMAN’IN YÖNETİCİLERİNDEN TIM BRADLEY ZMET YAKLAŞIMI HAKKINDA NE DİYOR?

ZMET yaklaşımı, bilinçaltındaki ana duyguyu elde etmek için diğer araştırmaların çok odaklılığının aksine tek bir metaforu en derinine kadar analiz etmeyi sağlıyor.

Bir kumsalda farklı amaçlar için 3 farklı yeri kazdığınızı ve 3 ayrı alana efor harcadığınızı düşünün...

Bunun tam aksine, ZMET akredite olmuş araşrtırmacıların muhakemesi sayesinde tek bir parlayan metaforun 3 kat daha derine inilerek analiz edilmesini içeriyor.

Bunun gerçekleşebilmesi için ZMET tekniğinde merdivenleme (laddering) adı verilen yöntem kullanılıyor. Merdivenleme, bir metafora ilişkin sıfatların, sosyolojik, psikolojik ve fonksiyonel özelliklerin özel tekniklerle sorularak keşfedilmesinden oluşuyor.

ZMET zor bir yöntem; bir organik araştırma yaklaşımı... Tüketicinin verdiği cevaplara göre görüşme sırasında şekillenen veriler elde ediliyor.

ZMET’in en önemli özelliklerinden biri de araştırmaya katılan görüşmecilerin profiline –yıldız katılımcı, suskun katılımcı, dominant katılımcı vs..-  tekniğin her görüşmede önemli derin bulgular vermeye elverişli oluşu. Çünkü ZMET yaklaşımı, sadece resimler üzerinden ana metaforları keşfetmekle kalmıyor; ardından duyu çalışması yapmayı, hikaye anlatımını, dijital kolaj oluşturmayı, konsensus haritaları analizini içeriyor. Dolayısıyla görüşmecinin bahsettiği metaforu 360⁰ farklı araçlarla alabiliyorsunuz. ZMET yaklaşımının güzelliği de burada; kumu en dibine kadar kazabiliyor, bilinçaltına inebiliyor, çok odaklılıkta kaybolmuyorsunuz.